İtalya’nın faşist buyurganı Benito Mussolini’nin esin kaynağı diye bilindiğinden olacak, birçoklarına göre Niccolò Machiavelli (Makyavel) “acımasız” biridir. Dilden dile en çok dolaşan “Amaç araçları geçerli kılar” sözü, bu kanıyı güçlendirmiş olabilir. Oysa Makyavel çok yönlü biridir. Örneğin Rönesans ve Reform’un İtalya’daki öncülerindendir. Devlet yönetiminde bilimselliği ve laikliği temel amaç olarak belirlemiştir. Ancak İtalyanlar büyük çoğunlukla dindar olduğundan, hükümdarın da, dini kullanmasını önerir.
Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla, İtalya çok dağınık durumda kalmıştı. Kafasını hep “güçlü devlet” için yoran Makyavel’in yaşadığı devlet örgütü, Floransa kent devletiyle sınırlı küçük bir cumhuriyetti. Tıpkı İtalya’nın öteki kent devletleri gibi… O nedenle öngördüğü bu ülküsel yapıya ulaşılması için, önceliği insanlara değil, “birleşik İtalya”yı yaratacak olan “hükümdar”a verir, çünkü onlara güven duymaz. İşte bu konudaki sözlerinden birkaçı: “İnsanlar o denli saf ve zayıftırlar ki, kandırmak isteyen, dilediğince ahmak bulabilir”; “İnsanlar genel olarak kötü olduğundan, her türlü kötülüğü hak ederler”, “Aktöre, insan ile hayvanı birbirinden ayırır, politika ise birleştirir”; “İnsanlar en çok mala mülke önem verirler”…
Kısacası, içinde bulunduğu koşulların gerektirdiği uygulama önerilerine karşın, Makyavel bir siyasal bilimcidir. Hiç kuşkusuz “siyaset tarihi”nde onun önemli yeri vardır; günümüzün siyasal parti yöneticileri de az ya da çok Makyavelcidir. Üstelik yalnız bizde değil, batı demokrasilerinde de...
***
Şimdi bizdeki siyasal önderlere bakalım: Örneğin, partisinin kuruluşundan bu yana laikliğe bağlılığı bilinen izlencesiyle, Kılıçdaroğlu “ileri demokrasi”den yanadır, Ama yine de laiklik karşıtı gelişmelere göz kırptığı oluyor.
Durmadan milliyetçiliği yineleyen Bahçeli ise artık bu “ülkü”yü bırakmıştır. Çünkü, birçok kez “Türk milliyetçiliği”ni ayaklarının altına aldığını bağıra bağıra yineleyen Erdoğan’ın himmetine sığınmıştır. Başında bulunduğu MHP anlamını yitirmiş, ülkücülük de bir ayin sözcüğüne indirgenmiştir. Daha çok köken ve kimlik tartışmasına konu ettikleri milliyetçiliğin de Atatürk milliyetçiliğiyle ilişkisi olmamıştır. O nedenle “ulus” sözcüğünü ağızlarına almazlar. MHP’nin pek öne çıkarmadığı siyasal amaçları arasında, bence dincilik milliyetçilikten daha ağır basmıştır. Nitekim öteden beri AKP’ye verdiği destek, kimileyin de teşvik, hep din içerikli olmuştur. Sonuçta onların ağzından düşmeyen “milliyet” sözcüğü ikirciklidir: Ya din temeline dayandırılıyor ya da dincilik amacını örtüleyen bir araç olarak kullanılıyor olabilir.
Tayyip Erdoğan’ın izlediği siyasal yöntemse, mantıksal olarak, Makyavel’inkiyle özdeş sayılabilir: İkisi de, saklamaya gerek duymadan, temel birer amaç peşinde koşarken, değişebilen bir dizi araçlara başvurur. Bizimkinin temel amacı İslam kurallarına dayalı, sınırları belirsiz, güçlü bir hükümdarlık alanı iken, ötekininki yalnızca laik cumhuriyetle yönetilecek birleşik bir İtalya. Değişebilen araçlara gelince Erdoğan, yerine göre terör karşıtlığını ya da terörizmi, milliyet karşıtlığını ya da milliyetçiliği, Atatürk karşıtlığını ya da Atatürkçülüğü, Alevi karşıtlığını ya da Alevi açılımını, Esad’ı ya da Esed’i, vb. savunuyor görünmüştür. Tıpkı Makyavel’in dindarlığın araç olarak kullanılmasını gerekli görmesi gibi.
Bu karşılaştırmada Musolini’ye de yer verecektim, ama köşem bitti (İyi ki de bitti!).