Zaman zaman, 'bir doğal afetle karşılaşsam, canım tehlikede olsa, enkaz altında kalsam ya da bir dağın başında mahsur... Acaba ne yaparım?' diye düşündüğüm olur.

İlla ki sizin de olur.

Peki bunu düşünürken aklınıza ilk kim gelir? Keşke şimdi burada bir anket butonu olsa da yanıtlarınızı alabilsem... Tahminimin doğru olduğunu görebilsem. AKUT geliyor değil mi çoğunuzun aklına?

Gölcük depreminde 'alın size yardım' diye depolarından lime lime olmuş küflü çadırları çıkaran Kızılay falan değil...

Direkt AKUT.

Nasuh Mahruki ve AKUT bu ülkede birçok devlet kurumundan daha fazla "güven duygusunun" temsilidir.

Gözlerini para hırsı bürümemiş gönüllüler onlar. Topladıkları yardımları uçkurlarına harcamıyorlar mesela. Lüks arabalara, görgüsüz villalara da.

Hepsi zaten eğitimli, donanımlı, meslek sahibi kişiler.

Maddi manevi tüm güçlerini insan kurtarmaya (ve dahi hayvan kurtarmaya) adamışlar.

Pırıl pırıl ruhlar.

***


Şimdi hangi geçerli gerekçeyle bilinmez AKUT yok edilmeye çalışılıyor.

Bütün hınç Nasuh Mahruki'ye olmalı ki, dün akıl almaz bir gerekçeyle tutuklama talebi istendi.

Katıldığı bir tartışma programında sarf ettiği sözler sebebiyle "Cumhurbaşkanı'na hakaret" suçundan...

Suçu büyüktü... Konuşması sırasında "Gün olup devran dönecek ve yaşadığımız hukuksuzluk dönemi bitecek" demişti.

Savcı "gün olup devran dönecek" sözünü "FETÖ'cü ağzı" olarak değerlendirdi ve bu yüzden Mahruki'yi neredeyse terörist ilan edecek bir tutkulama talebi istedi.

Gözünün üstünde kaşın var bahanesiyle çıkılan insan avının kurbanlarından biridir Mahruki.

Vicdanların terk edildiğinin, akıl ve mantığın karardığının, adalet enkazının resmidir.

***


Artık atasözü ve deyimleri kullanırken aman dikkat edelim.

En ufak bir muhalif tavırda, eleştiride, karşıt görüş bildirirken falan, terörist ilan edileceğimizi unutmayalım.

Demokrasi mi?

O kolay ya! Yaparız bir kaç şölen daha, tamam.

oncel-ozicer

------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Serum partisi muamelesi

oncel-ozicer-2Meme küçültme ameliyatı için hastaneye giden ve meme kanseri olduğunu öğrenip acil operasyona alınan Nur Yerlitaş, hastaneden çıktıktan sonra evine gitmek yerine bir otele yerleşmeyi tercih etmiş.

Sebebini soranlara "Ev çok kalabalık olacaktı, bu yüzden otelde sakin bir ortamda iyileşme sürecimi geçirmeyi daha uygun gördüm" diyor ünlü modacı.

Bizim insanımızın sosyal yaralarından birine dikkat çekmesi açısından Yerlitaş'ın bu kararı konuşulmaya değer.

Tamam çok sıcakkanlı, pek yardımsever bir milletiz ama, hasta ziyaretleri konusunda fazla aceleci ve ısrarcı olduğumuz da kesin.

Hastaneye yatan, ameliyat olan, doğum yapan insanların haberini alır almaz tüm iyi niyetimizle "Aman ayıp olmasın" diye koştura koştura hastane kapısına dayanıyoruz.

Ziyaret saatlerini de hiç önemsemiyoruz.

Sanki o insan oraya serum partisi vermek için yattı.

Sabah akşam hiç fark etmez, hasta ziyaret saatine değil, bizim uyun olduğumuz saatleri göz önüne alırız. Hasta kapısında kuyruk oluştururuz.

Oysa hasta insan sakinlik ister, huzur ister güzel kardeşim.

Bir tarafta sancı çekerken, canımla uğraşırken etrafımın cayır cayır insan kaynamasını da istemem doğrusu.

Sonra, iyileşme sürecinde tabii ki insanın en çok ihtiyacı olan şey moral ve neşe olmalı. Ama çok sonra...

Bu yüzden Yerlitaş'ın bu hareketiyle hasta ziyaretinin makbulünün en kısa olanı olduğunu bir kez daha hatırlayalım ve bugünlük adabı muaşeret dersimizi burada noktalayım.