Resimde gördüğünüz sandalye, Kanadalı piyanist Glenn Gould’un sandalyesi. Gould’un otuz yıl boyunca bütün konserlerinde, bütün prova ve stüdyo kayıtlarında kullandığı bu kırık dökük sandalyeyi 1953 yılında babası Bert Gould yapmıştı. Babası sandalyenin ayaklarını kesti, boyunu kısalttı, ayaklarına bir düzenek ekleyerek gerektiğinde yükseltilmesini sağladı. Yanı sıra sırt açısını da ayarladı. Yerden otuz altı santimetre yükseklikteki bu sandalye o kadar alçaktı ki dizleri kalçalarından daha yukarıda kalıyor, ancak piyano çalış stili nedeniyle Gould böylesine alçakta oturmak istiyordu. Ayrıca, çalarken hareketlerine uyum sağlamak için ihtiyaç duyduğu esnekliğe sahip, öne doğru eğimli ve yüksek sırtlığı olan bir sandalye daha uygundu. Hiçbir geleneksel piyano taburesi onun bu isteklerini karşılamıyordu, ancak babasının yaptığı sandalye tam istediği gibiydi. Gould bu sandalyeye takıntılıydı. Provalarda, konserlerde, kayıtlarda hep onu kullandı hiç vazgeçmedi. Son yıllarda iyice yıpranan sandalye gıcırdamaya başladı, oturduğu koltuk kısmı yerinden çıktı, yine vazgeçmedi. Stüdyo kaydı yapılırken gıcırdayan sandalye yüzünden yapımcılar başka sandalye önerdiler ama yine sandalyesini bırakmadı. Tonmaysterlere saç baş yoldurdu. Kimi kayıtlarında notalara karışan gıcırtıları duymak mümkün. 70 yıl önce gerçekleştirdiği Goldberg Varyasyonları kayıtları ile efsane olan ve 50 yaşında vefat eden Glenn Gould’un o ikonik hale gelen sandalyesi Steinway piyanosu ile birlikte Ottowa Ulusal Sanat Merkezi’nde sergileniyor.
GECENİN SESSİZLİĞİ
Reşat Nuri Güntekin gündüzleri yazmazdı. Akşam yemeğinden sonra odasına çekilir, kapısını kapatır yazmaya başlardı. Saatler ilerledikçe karşı odada uyuyan kızı Elâ rahatsız olmasın diye, kapının altına, yanlarına çarşaflar sıkıştırır, ışığın sızmasını, gecenin sessizliğinde daktilonun rahatsız etmesini önlemeye çalışırdı. Yine de daktilo tıkırtıları Elâ’nın odasına ulaşır, o sesler ona hem güven verir, hem de o küçük kızı büyülerdi. Günde dört paket sigara içen Reşat Nuri, yazılarına ara verdiği zaman da mutfağa geçer ertesi gün için yemekler yapardı. Sabah olduğunda erkenden kalkar, okula gidecek olan kızına kahvaltı hazırlardı.
Reşat Nuri Güntekin, kızı Elâ’ya çok düşkündü. 1927 yılında Hadiye Hanım’la evlendikten tam 14 yıl sonra dünyaya gelmişti. Çok çalkantılı, zorlu ama onurlu bir hayat süren Elâ Güntekin Dame De Sion’da okurken, Reşat Nuri Güntekin Londra’da vefat etti ve genç kızlığında karşılaştığı bu olay; içine kapanık, duygusal ve hassas Elâ’yı çok etkiledi.
Tiyatroda oynadığım yıllarda onu Mehmet Keskinoğlu ile birlikte Ankara Mithatpaşa Tiyatrosu’nda Dostoyevski’nin Beyaz Geceler’inde oynarken tanımıştım. Bir süre sonra Mehmet Keskinoğlu ile evlenmişlerdi. 2010 yılında vefat eden Elâ Güntekin, Sevgi Soysal’ın “Yürümek” adlı romanının da kahramanıydı. Romanın iki kahramanı vardı: Elâ ve Mehmet…
W. BENJAMİN’LE KARŞILAŞMAK
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenen Türkiye Kültür Yolu Festivali kapsamında İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde 28 Eylül 2024’te açılan ve 4 Mayıs 2025 tarihine kadar sürecek olan “Andy Warhol’un Dünyası/Pop Art’ın İkonu” sergisi sürüyor.
“Herkes bir gün on beş dakikalığına meşhur olacak” mottosuyla bilinen Andy Warhol, sıradan nesneleri ve popüler kültürü sanata dönüştüren çalışmalarıyla sanatın sınırlarını zorlayarak, onu geniş kitlelere ulaştırmayı başaran bir sanatçı. Bu sergi, Warhol'un yaratıcı dünyasına derin bir yolculuk sunarken, modern sanatın izlerini sürmek isteyenler için önemli bir fırsat yaratıyor.
Amerikalı ressam, grafik tasarımcı ve film yapımcısı olan Andy Warhol, radikal yaklaşımları, yaratıcı eserleri ve benzersiz tarzıyla sanat dünyasında ve popüler kültürde unutulmaz izler bıraktı ve çağdaş sanatın dönüm noktalarından biri oldu.
Sanat anlayışını benzersiz bir şekilde Pop Art akımıyla şekillendiren Andy Warhol, gündelik yaşamın nesnelerini, ünlü simgeleri ve tüketim kültürünü sanatsal eserlerde kullanarak sanat ve popüler kültür arasındaki sınırları bulanıklaştırdı ve özellikle seri üretim tekniklerini kullanarak popüler simgeleri ve Marilyn Monroe gibi ünlü yüzleri yüzlerce kez tekrarladığı eserleriyle ün kazandı. Nesneleri ve ünlüleri tekrar tekrar basarak sıradanlaştırırken aynı zamanda onları birer sanat eserine dönüştürdü. Sergiyi gezerken Walter Benjamin’i düşünmemek mümkün değil. Warhol’dan önce Benjamin fotoğraf, serigrafi ve röprodüksiyon yoluyla çoğaltılan sanat eserleri konusunda; eserin tek ve biricik olma özelliğinin ya da şimdi ve burada olma özelliğinin sarsıntıya uğradığını yazar. Pasajlar’da ve Fotoğrafın Kısa Tarihi adlı makalesinde, çoğaltılan eserlerde “Aura” adını verdiği halenin yok olduğunu üzerinde durur ama bu çoğaltma işlemini sanatın demokratikleşmesi adına olumlu olarak görür. Burada Adorno’dan söz etmek de gerek. Adorno, Benjamin’e göre daha farklı yaklaşım gösterir ve çoğaltmayı bir tür “kitleselleşme” ve kültür endüstrisinin yarattığı etkiyle herkesin aynı şeyi tüketmesi olarak ele alır.
Sergiyi gezerken; çoğaltılan sanat eserlerinde auranın kaybolması, sanatın demokratikleşmesi, kitleselleşme ve kültür endüstrisi gibi kavramlar hemen yanı başımızda bizimle birlikte dolaşıyor.
İZMİR’DE KÜLTÜR / SANAT
İzmir Devlet Opera ve Balesi, 13 Mart 2025 tarihinde, L. V. BEETHOVEN’DAN G. VERDİ’YE adlı konseri Bornova Kültür Sanat Merkezi Necdet Aydın Sahnesi’nde dinleyicilerin beğenisine sunacak. Soprano Ayşe Şenoğul, Mezzo Soprano Saadet Ebru Kaptan, Tenor Oğuz Çimen, Bariton Nejat Beğde’nin solist olarak yer aldığı konserde sanatçılara piyanoda Dicle Taylan Talayhan eşlik edecek. Konserde Beethoven’ın tek operası olan Fidelio’dan başlayarak Verdi’nin Rigoletto, Nabucco, Aida, La Traviata gibi sevilen operalarından aryalar sunulacak. Konser saat 20.30 da.