“Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı romanı ile 1982’de Abdi İpekçi Türk-Yunan Dostluk Ödülü’ne layık görülen, 2004 yılında 95 yaşında hayata veda eden büyük yazar Dido Sotiriyu, bizlere acımasız savaşlarla çevrili bu göçler coğrafyasında her zaman barışın insanlık değerini hatırlatıyor. Belki de Dido Sotiriyu’nun İzmir Şirinceli Manoly Aksiyotis’in dramını anlattığı bu güçlü mübadele romanı, bugünlerde tekrar okunmalı… Barış selamlanmalı…
Dido Sotiriyu 18 Şubat 1909 yılında, çok sayıda kaynakta yazılanın aksine Şirince’de değil, Aydın’da doğmuştur. Elbette bu karışıklığın nedeni, aslında yazdığı romanın gerçek kahramanı olan Manoly Aksiyotis’in İzmir Şirinceli ve Şirince doğumlu olmasıdır.
Dido Sotiriyu, çocukluk yıllarını ailesiyle birlikte Aydın’da geçirmiş, elbette çocukluğunda Şirince’yi ve İzmir’i görmüş, 1922 yılında da İzmir üzerinden Anadolu’dan ayrılarak Yunanistan’a, amcalarının yanına yerleşmek zorunda kalmıştır. Dido Sotiriyu ailesinin karşı çıkmasına rağmen Paris ve Atina'da Fransız filolojisi okuyarak öğretim üyesi olmuş, Almanya’nın Yunanistan’ı işgali sırasında 1940-45 yılları arasında yeraltı basınında önemli görevler almıştır. Sotiriyu göçmek zorunda kalmanın verdiği acıyı, çocukluğunda yaşamış, bu travmayı hayatının temel meselesi haline getirmiştir.
“Geç eğitim gördüm, geç yazdım, tutucu bir ailede yetiştim ve toplumun yasaklarıyla ortaokul sıralarında tanıştım. O yıllardan bu yana özgürlük, bağımsızlık ve insan hakları için mücadele ederek büyüdüm...” diyerek tarihe anlamlı bir not bırakan Dido Sotiriyu mübadele edebiyatının Aydın, Şirince, İzmir odaklı çok kıymetli evrensel bir parçasıdır. Dido Sotiriyu, bu nedenle Edebiyatın Güzel İzmir’inin değerli bir halkasıdır.
Sotiriyu “Küçük Asya Felaketi"nin bir tanığıdır.
Aslında bu adlandırma, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Anadolu'da yaşayan Rumlar'ın yerlerini yurtlarını terk ederek Yunanistan'a yaptıkları zorunlu göçe, yine Rumlar tarafından verilen bir isimdir. Birlikte barış içinde yaşayan Türkler ve Rumlar’ın bir savaş ortamında yaşadıkları acıların izleri hala kuşaktan kuşağa geçmektedir.
Dünyaca ünlü Yunan yazar Dido Sotiriyu da bu acıdan payını 13 yaşında iken almıştır.
Dido Sotiriyu hiçbir zaman doğduğu toprakları, komşularını, komşu çocukları unutmamıştır. Yazarın tüm yaşamı iki halkı birbirine düşman etmek için kışkırtıcı rol oynayanlarla mücadeleyle geçmiştir. Dido Sotiriyu’nun "Bütün çekilen bu acı, bir kötü rüya olsaydı ah! Ve yan yana... omuz omuza verip yürüseydik tarlalara doğru yeniden!.. Saka kuşlarının türküsüyle şenlenen ormanlara doğru yürüyebilseydik!" sözleriyle hasretini dile getirdiği “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” adlı romanı, işte bu özlemin yaralı bir destanıdır.
(Aynı roman Yunanca’da ‘Metomana Homata-Kanlı Topraklar’ adıyla basılmıştır.)
Dido Sotiriyu bu roman dışında, çok sayıda esere sahiptir. Sotiriyu, gençlik yıllarından itibaren özgürlük ve insan hakları mücadelesinin göbeğinde yer almış, İkinci Dünya Savaşı'nda Almanların Yunanistan'ı işgaline karşı direnişte bulunmuş, Yunanistan Komünist Partisi yayın organının başyazarlığını üstlenmiştir. Bu işgal yıllarından sonraki döneminde ise onu tüm dünyaya tanıtan edebi yapıtları ortaya çıkmaya başlamıştır.
Romanlarının birinde bu işgal yıllarını (1940-1945) şöyle anlatır:
“…İşgal sırasında direniş, ülkemiz için büyük mücadele olmanın ötesinde, tüm halkımızı kapsayan büyük bir harekete dönüştü… Derken toplu göçler, mahpusluklar, sürgünler, kurşuna dizilmeler başladı yeniden… Kurban edilmiş Yunanistan’ın bedenindeki kan kanserleşmeye yüz tutmuştu. İnsanlar, olaylar, sözcükler, ilişkiler allak bullak olmuştu. Güven, yiğitlik, yurtseverlik, vicdan gibi kavramlar darbe yemiş, boyun eğmeyenlerin peşine ateş ve demirle düşülmüştü. Tam bir asimilasyon… Yine de yiğitlik büyüdükçe büyüdü, yüceldi. Binlerce erkek ve kadın korkusuzca infaz mangalarının karşısına dikildi. Boyun eğmemek, halkın mücadelesini, hayallerini boşa çıkarmamak için gençliklerini feda etmekten çekinmediler…” (Buyruk- Beloyannisin Öyküsü)
Tarih Profesörü, ülkemizde mübadele konusunda sağlam araştırmalara sahip ve bu alanda çok sayıda eser kaleme alan Değerli Kemal ARI hocamız, geçmiş yıllarda yazdığı “Türk Roman ve Öyküsünde Mübadele” başlıklı makalesinde “Benden Selam Söyle Anadolu” adlı romanı objektif bir gözle değerlendirir:
“Romanda yaygın olan kanıya göre, Türk ve Yunan halklarını birbirine emperyalizm kırdırmıştır. Gerçekte Manoly Aksiyotis’in yaşadığı dram, bu iki halkın emperyalizmin oyunu karşısında yaşadığı büyük trajedinin yalnızca onun dünyasına yansıyan kısmıdır.
Toplumsal ve insani temele inildiğinde romanda ara ara da olsa, iki toplumu birbirine bağlayan birleştirici figürler de kendini gösterir.
Bu figürlere ortak yaşanan mekânlar, kesişen duygular, yaşamsal algılar, somut ve soyut kültürel olgular eşlik eder. Bir Türk neden hoşlanıyorsa, üç aşağı beş yukarı bir Rum da ondan hoşlanmaktadır. Örneğin yemeklerden, giyim kuşamdan, hatta içilen dibek kahvesinden bile... Bu tür ortak özellikler, kişileri birbirine yaklaştırıp kaynaştıran ve etle tırnak gibi birbirine kenetleyen ögeler olarak değerlendirilebilir.”
Dido Sotiriyu’nun romanında çocukken tanık olduğu İzmir Yangını da yer alır, örneğin bir bölüm şöyledir; “Dünya başımıza yıkılmıştı işte! İzmir, perişan olmuştu!
Ve İzmir'le birlikte bizim de bütün hayatımız!..
Ürkmüş kuş yavruları gibi yüreklerimiz, ümit etmeyi çoktan unutmuşlardı. Amansız bir yıkıcıydı korku; insanları pençesine geçirmiş, yerle yeksan etmişti.
Ve ölümü bile yenip susturmuştu sonunda…”
Dido Sotiriyu, romanını şu sözlerle tamamlar.
“… Anayurduma selam söyle benden Kör Mehmet’in damadı!
Benden Selam Söyle Anadolu’ya… Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin …
Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların Allah belasını versin!”
Sonuçta ‘Benden Selam Söyle Anadolu’ya, mübadelenin her iki halk için de yoğun acılar, duygusal bir alt üst oluş doğuran yanıyla insanın içini sızlatır. Aslında mübadele insanlığın göç serüvenleri arasında çok tarihsel bir özelliğe sahiptir.
Çünkü göç karşılıklı ve zorunludur bu serüvende.
Kemal Arı Hocamız, değerli bir kitabında çok iyi aktarır bu gerçeği. (Büyük Mübadele, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul, 2013.) Şu satırlarında olduğu gibi:
“Genel anlamda ‘göç’, insanların değişik nedenlerle yerleşik oldukları bir ortamdan başka bir ortama yerleşme amacıyla yer değiştirmeleri olarak tanımlanabilir. Göç bireysel olabileceği gibi, büyük bir toplum kesimini de kapsayabilir. Tarihsel göçler içinde ‘Mübadele’ olayı, göç olayları içinde belki de kendine özgü yönleriyle en çok ilgileri çeken bir tarihsel süreçtir. Onu öteki göç olaylarından ayıran en belirgin özellikleri, onun anlaşmalara dayalı, karşılıklı ve zorunlu oluşudur. 30 Ocak 1923 tarihli sözleşme uyarınca Yunanistan’daki Batı Trakya dışındaki Müslümanlar ile Türkiye’deki İstanbul dışındaki Ortodokslar ‘zorunlu’ olarak yer değiştirmişlerdir.
Böylece Türkiye’ye Yunanistan’dan 500.000; Yunanistan’a da Türkiye’den 1.200.000 kişi zorunlu olarak ve bir daha ayrıldıkları memleketlerine dönmemek üzere göç ettirilmiştir.
Mübadele gönüllü olsaydı, ne kadar insan yer değiştirmek isterdi, bilinmez.
Ancak göçü yaşayanlar ister gönüllü olarak isterse zorla göçe yönelmiş olsalar da bu durum mübadelenin dramatik ve romantik yanını gölgelemez. Sonuçta insanlar, başka bir seçenek önlerine konulmaksızın, zorunlu olarak göçü yaşamak durumunda kalmışlardır. Bu da zaten oldukça dramatik yönleri olan göç eyleminde, bu yönlere dayalı olarak kabaran öznel duyguları çok daha keskin boyutlara taşımış, eylemin duygusal boyutta vurduğu darbeler, kuşaklar boyunca mübadillerin aşamadığı travmalara dönüşmüştür.”
Kemal Arı Hocanın değindiği gibi mübadele, mübadillerin travmalarını kuşaktan kuşağa yaşatmıştır. Değerli Gazeteci, Yazar Zeynep Oral da 2004 yılında kaleme aldığı bir makalesinde Dido Sotiriyu ile ilk kez karşılaşmasını şu satırlarında anlatır:
“Seksenli yılların başında tanıdım Dido Sotiriyu'yu. Abdi İpekçi, bilinen ve bilinmeyen nedenlerle kurban diye seçilmiş, hunharca öldürülmüştü. Yunanlı Andreas Politakis'in girişimiyle adına, Abdi İpekçi Dostluk ve Barış Ödülü kurulmuştu. İlk ödüllerden birini Dido Sotiriyu'ya vermek üzere Atina'ya gittiğimizde kucaklaştım onunla.”
Ve Zeynep Oral’ın yüreğine işleyen şu sözleri söyler Dido Sotiriyu bu ilk kucaklaşmada:
“İki kez köklerimden koparıldım… Köklerinden koparılmanın kısır döngüsünü, acısını, kaybolmuşluğunu, iki kez yaşadım. Birincisi Aydın'dan ayrılıp İzmir'e geldiğimizde, ikincisi İzmir'i terk edip Yunanistan'a göçtüğümüzde…”
Zeynep Oral şöyle devam edecektir yazısına:
- “Bir tek düşman vardır,” diyordu Atina'daki o ilk buluşmamızda:
“Düşman ne Türklerdir ne de Yunanlılar…
Düşman, savaştır. Savaş ve onu körükleyen çıkarlar…”
Ömrü boyunca Anadolu kokan, doğduğu topraklara hasret çeken mübadelenin hep hüzünlü bir kız çocuğu olan Dido Sotiriyu, Türkiye’ye ancak bu ülkeden ayrıldıktan 65 yıl sonra 1987 TÜYAP Fuarı için gelebildi. Hep gecikmişti. Çünkü bir dönem Türkiye’de kitaplarıyla ilgili yaşadığı benzer sıkıntıları, Yunanistan’da da yaşamıştı. Yine 1920’de Türkiye’de doğan kız kardeşi yazar Elli Pappa’nın, politik faaliyetlerinden ötürü 1950 yılında tutuklanması, ardından 1952’de Atina’daki askeri mahkeme tarafından idama mahkûm edilmesi, Pappa’nın cezanın iptali sonrasında ancak 1964 yılında ciddi rahatsızlıklar karşısında uzun yıllar sonra serbest bırakılması, Dido Sotiriyu’nun hayatını etkileyen fırtınalı yılları, birbirine bağlayan buruk bir zincirin halkası gibiydi… Bu nedenle hep gecikerek yaşamıştı… Aynı Dido Sotiriyu ömrü boyunca bir barış ağacı olarak çiçek açtı. Gün geldi kendi ülkesinin de uğraştığı bir yazar oldu. Ama barış ve demokrasi tutkusundan hiç vazgeçmedi.
Ondan Selam Olsun Anadolu’ya… Bizden, İzmir’den selam olsun Dido Sotiriyu’ya…
Ruhu şad olsun… Bu topraklar onun barış tutkusunu unutmadı…