Şehremini…
“Şehrin emin adamı” demek.
Eskiden belediye başkanlarına böyle denirmiş.
Osmanlı’da ilk belediye teşkilatları 1853’te kurulmuş.
Şehreminiler saraya bağlı imişler.
Bir bölümü temizlik, derleme toplama uzmanlığı olan kişiler, bir bölümü de mimarbaşılardı.
Mimarlar yapıp yıkmayla uğraşırlarken, diğerleri ile çatışmaya, fikir ayrılıklarına düşmeye başladılar.
Sonraları birleştirilmişler bu ekipler.
Başkalarında belediye başkanı olarak hep paşalar beyler varimiş.
Demem o ki, bu kişiler, saraya direk bağlı işlerinde ehili, soylu ailelerin eğitimli adamlarından seçilirlerimiş.
Eğer yoksa, mutlaka eğitimli ve uzman kişilere başvurulurmuş.
İstanbul’un meşhur belediye başkanlarından biri Lütfü Kırdar’dır.
Atatürk, Kırdar’ın Başkanlığı sırasında, İstanbul’un düzenlenmesi için Paris Şehircilik Enstitüsü eğitimli, Fransız Prost’u bulup getirmişti.
Bugünkü İstanbul’un temellerini, Kırdar’ın yönetiminde, Prost yapmıştı ki tarih 1936 idi…
Süreç 15 yıllık bir dönemi kapsamıştı.
İstanbul gibi bir dünya şehrinde böyle bir yöntem tercih edilmişti.
....
Bu örneğin üzerinden 86 yıl geçti.
Amacı kentini yönetmek büyütmek, geliştirmek olan (!)
Belediye başkanlarını seçip duruyor kentliler…
Son 20 yıldır birbirlerini karalamaktan başka bir modelleri yok.
“Niye seni seçeyim” sorusuna sürekli; “Çünkü öbürü hırsız” diyorlar…
Bu patinaj çekmenin okkalı kanıtı.
Şehreminiliği hırsız olup olmamakla tartıyorlar…
Henüz çok erken olmasına rağmen, Özellikle ilçe belediyelerinde tek dert, “Benim adamım senin adamın” kavgası…
“Adam olacak çocuk, yürüyüşünden belli olur”
İlk verilere göre benim umudum düşük…
Seçim döneminde “Çünkü öbürü hırsız” dan başka söylem yoktu, seçim bitti başkan olundu, şimdi hiç söylem kalmadı.
Adam atmak, adam sürmek, eskilere hakaret etmek, dedikodu mantığıyla kendi partilisini yıpratmak, aşağılamak…
Bunlar şehremini kavramının ne olduğunu bilmiyorlar…
Kentin babası, güven odağı, koruyucusu olduğunu kavrayamamışlar.
Koltuğu babalarının bitmez malı, belediyeyi holdingleri sanıyorlar.
Bir de muhtarlık var…
Temizlik işleri aksarsa, belediyeyi arar falan filan…
Bazı şehreminlerimiz, görev tanımlarını ve yetkilerini bilmediğinden, sokak sokak dolaşıyor, zabıtasına fırça atıyor…
Bre başkan…
Sen muhtar değilsin, başkansın başkan…
Kentin yeni 20 yılını tasarlat.
Kentin alt ve üst gelir düzeylerindeki insanlara ulaş.
Ulaşımını, kültürünü, sağlığına yönel.
Geleceğin kentini yarat.
Elin arkada, sokak sokak çöp aramak senin işin değil.
O temizlik işleri müdürünün işi…
İlk işin teknoloji, bilim, çevre, yaşanabilir bir ilçe sağlamak..
Git araştır, gerekiyorsa yurt dışından “Çevre Bilim” adamlarını bul.
Ey başkan…
Sen muhtar değilsin…
“Şehremini” sin…
Hadi bilemedin acemisin…
Biraz karıştır kitapları…
Muhtarımız var bizim…
Başkan ol başkan…
***
Kentin tercih edilen AVM’lerinden birindeyim.
Genç aileler, yaşları 3 ten başlayan bebekleri ile yemekte.
Haklılar, üç beş laflayacaklar.
Bebeler susmuyor.
İlahi çocuklar, çok yaşayın…
Her çocuklu masanın kurtarıcı cep telefonları…
İstisnasız, bütün çocuklu masalarda bir cep telefonu ve içlerinde onları oyalayan bir uygulama.
Uslu durması için yalvarıp yakardığı bebek cep telefonunu alınca susuyor…
Parmağıyla fotoğraf büyütmeyi, sekmelerde gezmeyi öğrenmiş bile…
Çağ nereye geldi…
Digital bebekler cep telefonuyla, uygulamalarla, haşır neşir olmuş…
Pes…
***
Bilmeyenler bilenlere söylesin.
“Müze” diyence, bir irite geliyor bir çoğuna…
Ben en az 5 kez gittim.
Hafta sonu programınıza koyun.
Torbalı Ayrancılar’ı geçtikten sonra Özgörkey ailesinin koleksiyonundan oluşan nefis bir araba müzesi var.
Bayanların, bayların, çocukların zevk alacağı, tarihi araçlara bakarken kendinden geçeceği, nefis bir müze…
Bu müzedeki araçlar parayla alınmaz…
Dünya çapında ve etkileyici.
Yaşadığın büyüdüğün kente bir borcun olmalı.
Bence Özgörkey Araba müzesi, bir borç ödemesi…
Aileye teşekkür etmek lazım…
İyi bir hafta sonu programı…
Yazmaktan korkuyordum.
Ben konuya girişsem, “Alkolü özendiriyor” diyecekler.
Hürriyet’ten Nedim Bubik abim yazdı, Üzerimden yük aldı.
Hakikaten doğru…
İzmir’de yaşıyoruz.
Kordon’da bir bira içmek, bir iki kadeh yuvarlamak, keyfin önde gideni…
En azından kısa bir mola…
Bu kadar zamdan sonra, zaten ağır kiralarla boğuşan Kordon’daki kafeler birer birer kapanır.
Merkezi hükümet, alkol tüketenden adeta intikam alıyor.
Bu kadar arka arkaya zam olur mu arkadaş.
Kimya dersinin önemini fazlasıyla anladık hatta bir çok rakı ve birasever kimyager oldu.
Hadi bizimkisi haftada bir iki…
Yandı kordon esnafı, yandı…
***
Deli Ziya; “Yaşadığın hayat, girdiğin günahlara değdi mi?”