Yıllardır belediye başkanlarımıza anlatmaya çalıştığım "turizm ve belediyeler" ilişkisine yerel seçimler nedeniyle tekrar değinmek istiyorum.

Bundan yaklaşık altı yıl önce İzmir Turist Rehberleri Odası'nda başkan vekili görevini sürdürürken, her fırsat bulduğumda, her toplantıda Aziz Kocaoğlu'na belediyelerin turizm konusunda topa girmelerini ısrarla vurgulardım. Başkan da kibarca kendisinin görevinin yol, su, temizlik, düzen ve saire olduğunu, turizmin de bakanlığın görevi olduğu cevabını verirdi.

Belediyelerin turizmdeki önemini vurgulamak için ben de, "Belediye başkanlarına 'Reis' derler. İzmirliler bir aile ise, siz de ailenin reisisiniz. Turizm Müdürlüğü de mahallenin muhtarıdır. Resmi işlere bakar. Evimizin içinin düzenine belediyenin sahip çıkması gerekir" derdim.

Gerçekten de öyledir. Kaldırımların, yolların, park yerlerinin düzenlenmesi, yönlendirme levhalarının konulmasını başka kimse yapamaz. Kentin turizme kazandırılması -yazılı olmasa da- belediyenin görevidir. Odunpazarı Evleri dışında elle tutulur tarihi esere sahip olmayan Eskişehir'den çok önemli bir turistik destinasyon yarattı Büyük Başkan Büyükerşen.

Gel zaman git zaman Aziz Kocaoğlu da anladı ki turizm önemli. Bu noktadan itibaren sevinerek gördüğümüz; Aziz Başkan "Yarımada Projesi" başta olmak üzere turizm konusunda önemli işler yapmaya başladı. Bunlardan İzmir Turizm Tanıtma Vakfı İZTAV başkanlığını üstlenmesi de önemli bir çıkıştı.

Dümeniniz olmazsa veya gideceğiniz rotayı bilemezseniz istediğiniz kadar çaba gösterin doğru sonuca ulaşamazsınız. Diğer tüm belediyelerde olduğu gibi, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin de turizmden anlayan, turizm politikaları üreten, güncel turizmi takip eden, bilen kişileri olmadığından İzmir bu çabalardan gerektiği kadar nasibini alamadı.

Bu nedenle çok değerli bir iş olduğunu her ortamda bahsettiğim "Yarımada Projesi" çok iyi bir altyapı olmasına karşın atıl kaldı ve yeterince faydalı olamadı. Oysa seyahat acentelerinin bu altyapıdan faydalanmaları gerekirdi. Onlar da beceremedi. Bu kadar güzel bir yatırımın atıl kalmasına belediyenin izin vermemesi gerekirdi. Hala da fırsat kaçmış değil.

İzmir'in sahip olduğu değerlerin her birisi İzmir'i tek başına bir turizm destinasyonu yapmaya yeterlidir. Gastronomi, tarih, doğa, şarap, zeytinyağı, kültürel miras, su sporları, Musevi mirası, Atatürk ve yakın tarihi. Sağlıklı yaşamak ve yaşlanmak için uzun dönemli turizm hareketleri yapmak için buradan başka yer kalmadı. Sağlıklı mutfağı, spor olanakları, doğal zenginlikleri, tarih ve kültür gezileri, termal suları... Daha ne olsun?

İzmir belediyelerinin 120'nin üzerinde kardeş kenti var. Bu şehirlerle turizm yapsanız, İzmir'e gözle görülür bir hareketlilik gelir. Nitekim, geçtiğimiz günlerde benim de konuşmacı olduğum, Dünya Kardeş Kentler Turizm Birliği'nin Zürih'te yapılan bir toplantısına katılmamız konusunda ziyaret edip bilgilendirdiğimiz Aziz Kocaoğlu ve ekibi bunu kaale almadı. "Bu kardeş şehir işlerinden bir şey çıkmıyor" gerekçesiyle... Sorumluluk yüklenecek kişi olmaz, proje yapmazsan olmaz tabii!

"İzmir turizm kenti olmalı" demekle turizm kenti olmuyor. Bunun için gerçekten kafa yormak, dünya turizmini, Türkiye'nin dünya siyasetini, turizmdeki ortaya çıkan beklentileri, eğilimleri çok yakından takip etmek, bilmek gerekiyor. Bunu herkesin bilebilmesi mümkün değil, gerekli de değil. Ben hayatımda hiç diş çekmeye çalışmadım.

Globali izleyip, yerel koşullara göre uygulanırsa turizmden en büyük faydayı sağlarız. Üç kuruşa turizm yaparak, doldur boşalt turizmin kimseye, hele memlekete hiç faydası olamaz. Bilinçli, sürdürülebilir, çevre dostu, geliri tabana yayılan, kitlesel değil katma değeri yüksek turizm yapabilmek için belediyelerimize çok ama çok ihtiyacımız var. Onların da turizmi bilenlere...

Belediye başkanlarımızın bunları dikkate almaları dileğiyle...