Ben bu mevsimi hiç sevmem. Hüzündür, hazindir, hayal kırıklığı ve hayattan bezmenin bin bir gerekçesidir çünkü. Yoksulluğun bin türünü yaşadım, kış gelince daha da vahşileşenini, kıyıcılığın bin doruğunda dolaşanını görmedim.
Henüz ilkokul bire giden bir çocuktum. Babam az önce benden uzaklara gitmişti, dönmedi. Bunun ölüm olduğunu öğrendim. Sonra Adiloba Köyüne göçtük, babaannem, dedem, halam, bir de Cilveli, benim ilk can dostum. O köyde, ilk öğretmenimin gözleri dışında sıcak olan bir şey yoktu. Kar acımasız, rüzgâr kıyıcı, geceler sonsuz ve yorganlar soğuğa karşı çok zavallıydı.
İlk ütopyamı işte o günlerde tasarladım.
Bütün ağaçları, kuşları, inekleri, köpekleri ve Deli Ali'yi battaniyelere sarmalıyız. Bir de Adiloba'nın üstünü bir şeylerle sımsıkı kaplamalıyız. İşte o zaman üşümeyiz ve Babaannemin elleri odun keserken kanamaz... dedim. Sonra İzmir'e Çınarlı'ya taşındık. Her yağmurda, hele kışın acımasızlığında evimizi sel basardı ve babaannemle dedem, döşemeyi biraz daha yukarıya kaldırmak için uğraşırken, kalbim yağmurdan fazla ağlardı.... Dediğimi yapabilseydim, yapabilseydik, Çınarlı'nın hiç bir insanı ve o su satan çingene komşularımızın atı mesela, mesela bataklıktaki kurbağalar, kış artık bitsin, "bitir..." diye bütün bunları yarattıklarına neden yaşattığını, bununla ne yapmak istediğini ancak kendisi bilir bir Tanrıya dua etmezdi.
Yıllar sonra bu ütopyamın, Oğuz Aral Ustanın Avanak Avni bant karikatüründe aynen işlendiğini görecektim. Arkadaşım Avni, üşümesinler diye her şeyi sarıp sarmalıyordu. Benim sosyalist olmam, biraz da kış sayesindedir. Hayatı çekilmez hale getiren, eşitlikten yoksun bırakan, birini şımartırken ötekini doğduğuna pişman eden kışın hainliğine benzer her şeye, herkese ve bundan beslenen her kötülüğe diren!
Bunu demek dilde kolay, hayatta karşılığını görmek hayaldir. Bahar ve yaz en azından sıcaklıklarıyla, görece bir eşitlik sağlar insanlar arasında. Ama kış öyle değildir. Acımasızca farkları, ayrımları, başkalıkları, öteki olma hallerini, kısaca tüm toplumsal ve sınıfsal eşitsizlikleri açığa döker.
Hayır, mevsimlerden birini aşağılamak değil meramım. Hatta teşekkür edilmesi gereken bir mevsimdir kış. Doğa, onun sayesinde biz insanları gerçeklerle yüzleştirmektedir. O gerçeğin adı yoksulluktur, yoksunluktur, düzenin acımasızlığı, toplumun vurdumduymazlığıdır. Şimdi bunları yazıyorum diye, “fakirlik edebiyatı yapıyor” diye burun kıvıranlar, küçümseyenler vardır, bilmez değilim.
Hiç merak etmesinler, içlerini rahat tutsunlar. Günümüzün özelde edebiyatçısı, genelde sanatçısı olarak geçinenlerin artık umurunda değildir yoksulluk, yoksunluk. Onlar artık bizim mahallelerimize uğramıyor, pazar yerlerimizde dolaşmıyor, çamur deryası zemheri titremesi sokaklarımızdan geçmiyor. Belediye otobüslerimize binmiyorlar, yanımızda oturmuyorlar. Onlar bizleri anlatmaktan çoktan vazgeçti. Daha soylu, daha anlamlı dertleri var onların. Onların ne olduğunu kendileri de bilmediklerinden, ya koyu demli bunalımlarını, ya gevşek şaşkın kahkahalarını önümüze saçıyorlar. Sınıf, toplum, birey, ülke, yeryüzü dertleri kalmadı artık. Çok zorlarsanız, etnik köken pazarlamasından liberal özgürlük teranelerine öyle bir kükrüyorlar ki, biz garibanlara usulca çekip gitmek kalıyor. Aslında bizlere de ihtiyaçları yok artık. Ağrı Dağının tüm karları üstümüze devrilse, sıcak sosyetik toplaşmaların, al gülüm ve gülüm ödül salonlarının, gazete ekran paydaşlığının konforu içindeki bu tiplerin dikkatini bile çekemeyiz.
Kış, en azından bunları düşündürdüğü için önemlidir kuşkusuz. Shakespeare Usta masalını yazmış, biz umudumuzsa yaşadığımız tragedyayı tarihe bir gün mutlaka dökmektir.