“…gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor! "
(Hasan Hüseyin Korkmazgil 1977)
Haziran ayının ismi Türkçe’ye Süryanice “sıcak” kelimesinden gelir. Yani sıcakların başladığı ay Haziran. Türkiye edebiyatı açısından bu “sıcaklık” kaybettiğimiz en değerli yazar ve şairlerin yazdıklarının sıcaklığıyla bir “Hazuran”.
Ölümün Haziran ayında aramızdan aldığı Nazım Hikmet, Orhan Kemal ve Ahmed Arif’in yazdıklarının sıcaklığı hala memleketin hemen hemen bütün kitaplıkların hissedilir. Türkiye’de yaşayan, edebiyata meraklı her insan yukarıda ismi geçen romanın ve şiirin memleketteki en önemli üç köşe taşından en azından bir satır, bir mısra okumuştur. Çünkü üç ismin de yazdıkları her satırda, her mısrada Türkiye’nin insanlarının her hali, ama en önemlisi memleketin işçisinin, köylüsünün, emekçisinin en yalın hali, en gerçekçi halde gözlerimizin önüne serilir.
Sırasıyla 3 Haziran 1963’te Nazım Hikmet, 2 Haziran 1970’te Orhan Kemal, yine 2 Haziran 1991’de Ahmed Arif hayata gözlerini yumdu.
Nazım Hikmet, 3 Haziran 1963’te Anadolu’da bir köy mezarlığına gömülmek isterken memleketinin toprağına hasret, kalp krizinden hayatını kaybetti. Nazım Hikmet 61 yıllık hayatının hemen hemen tamamın Türkiye’nin işçisi, köylüsünün şiirini yazmakla, ama daha önemlisi onlar için mücadele etmekle geçirdi. Nazım Hikmet için işçinin, köylünün yarın derdi yaşamadan yaşayacağı bir ülke en büyük ülküydü. Bu büyük ülkü yolunda hayatını geçirdi. Hayatının 13 yılını bu ülkü için hapislerde geçirdi. Daha da uzun yıllarını ise Sovyetler Birliği’nde memleketi ve onun kurtuluşunu özlemekle sürgünde geçirdi.
Nazım Hikmet 61 yıllı hayatının arkasından yüzlerce şiir, onlarca düz yazı metnini Türkçe’ye bıraktı. Ama kendi dili Türkçe’de şiirlerinin yayınlanması yasaklandı. Şiirlerini okuyanlar, kitaplarını bulunduranlar hapis cezalarıyla cezalandırıldı. Bütün bunlara rağmen ne ölene kadar Nazım Hikmet Türkiye’nin işçisinin, köylüsünün hayatını şiir etmeyi bırakmadı. Bizlerse Nazım şiirlerini baş köşemizde tutmaktan vazgeçmedik.
Bir diğer Haziran ayı sıcaklığımız ise Nazım Hikmet’in Türkiye edebiyatına romancı olarak kazandırdığı Orhan Kemal. Büyük romancımız Orhan Kemal 2 Haziran 1970’de bin bir zorlukla tedavi olmak için gittiği Bulgaristan’da hayatını kaybetti.
Orhan Kemal, “Nazım Hikmet kitapları bulundurmak” suçundan Nazım Hikmet’le beraber hapis yattığı Bursa Hapishanesi’nde şiirler yazıyordu. “Şair Baba”nın şiirlerini beğenmemesi, hatta şiirlerini yerin dibine sokan sözlerinden sonra, yine “Şair Baba” Nazım Hikmet’in yönlendirmesi ile düz yazıya yöneldi.
Bursa Cezaevi bizlere sadece “Memleketimden İnsan Manzaraları”, “Şeyh Bedrettin Destanı” gibi şiirimizin en önemli metinlerini değil büyük romancı Orhan Kemal’i Nazım Hikmet eliyle bizlere kazandırdı.
Orhan Kemal romanında Türkiye halklarının önemli bir albümü karşımıza çıkar. Orhan Kemal romanlarında Murtaza gibi kraldan çok kralcı fakir bekçiler, fakirliği iliklerine kadar yaşayan Çukurova köylüsü, fakirlikten kurtulmak için başına konacak “devlet kuşları”nın bekleyeni Mustafa’lar çıkar karşımıza. Orhan Kemal’in özellikle romanlarında kendi içinde yaşadığı ülkeye, işçilerin Türkiye’sine odaklanması mükemmel bir mercek olur.
2 Haziran 1991’de Türkiye şiirinin cesur mısralarının olduğu kadar utangaç şairi Ahmed Arif aramızdan ayrıldı. Türkçeyi en iyi kullanan şairlerden Ahmed Arif şiirlerinin toplandığı tek kitabı ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ ilk kez 1968'de yayımlandı ve Türkiye'de en çok basılan kitaplar listesine girdi. Sevda, sürgün ve elbette mahpusluk halini en yakın şekilde mısralara döken Ahmet Arif’in halen yayınlanmamış onlarca şiiri olduğu söylenir. Ahmet Arif’in yazdığı her şiir üzerine titizlikle çalıştığı hatta bazı şiirlerini değerlendirmesi için Leyla Erbil’e gönderdiği bilinir. Bu büyük şair de Nazım Hikmet ve Orhan Kemal gibi Haziranda hayata gözlerini yumdu.
Haziran ayında bize ayrılan yeri bu ay içinde hayatını kaybetmiş bir çok yazar ve şair arasından sadece Nazım Hikmet, Orhan Kemal ve Ahmed Arif ayırmamızın çok önemli bir sebebi var. Edebiyat muhakkak ki bir şekil altında anlatma sanatı. Şüphesiz ki sanatın en değerlisi halkın içinden çıkanı ve halka doğru yönünü seçenidir. Nazım Hikmet’te, Orhan Kemal’de, Ahmed Arif’te bu ülkenin işçilerinin, köylülerinin arasından geliyorlardı. Bundan çok daha önemlisi üç isimde yazdıklarında halkın dertlerinin, umutlarının, acılarının, zaferlerinin, mücadelelerinin en güzel şekilde hafızamıza kazınmasına neden oldular. Bunun içinde hala kitapları hepimizin kitaplıkların baş köşesinde, kitaplarından alıntılar, şiirlerinden küçücük bile olsa mısralar aklımızın bir kenarında.
Son söyleyeceğimizi yazının başlığında bir alıntı ile söyledik aslında. Son sözü bu sefer biz söylemeyelim. Orhan Kemal’in hayatını ve eserlerini anlattığı kitabında Asım Bezirci’nin Orhan Kemal’in cenazesinin Türkiye’ye getirilişini anlattığı bölümden bir alıntı yapalım:
“Saat 11.30’da cenaze arabası sınırdan içeri girer. Uzun bir araba konvoyu onu izlemektedir. Edirne’den Babaeski’ye gelindiğinde, asfaltın dönemecinde bir işçi arabaya yaklaşır. Elindeki çiçek demetini uzatır. Demetin üzerindeki bantta şunlar yazılıdır :
‘Biz işçiler, hatıran önünde saygıyla eğiliriz.’”
Bizlerde üçünün de önünde saygıyla eğiliyoruz.