CHP Kurultayı'na doğru...
Tarihimizin en karanlık yıllarından birini daha geride bıraktık. ‘İstibdat’ yıllarını anımsatan bir korku atmosferinin tüm ülkenin üzerine kabus gibi çöktüğü, muhalif seslerin zindanlarda ya da evlerinde suskunluğa mahkum edildiği, özgür sanat üretiminin koşullarının her gün biraz daha zorlaştığı bir süreci yaşıyoruz. Bu süreç, 2018’de de hükmünü sürdürecek hiç kuşkusuz. Ama, nereye kadar?
Bu sorunun yanıtını, her koşulda direnme gücünü yitirmeyenler verecek… ‘Özgürlük, eşitlik, dayanışma’ şiarını yaşamlarına temel düstur yapanlar, ‘adalet’ duygusunu yitirmeyenler, toplumsal ideallerinden vazgeçmeyenler verecek... Haziran ruhunu iliklerinin her zerresinde hissedenler...
Ana muhalefetin, yani CHP’nin omuzlarında büyük bir sorumluluk var. Bu sorumluluğun hakkını verebilirse, Türkiye’nin önünün açılmasına katkısı büyük olur. Bunu yapabilmesi ise, tabanda ve tavanda devrimci bir ruhun egemen olmasına bağlı. Kişisel çıkarını toplumsal çıkarın önüne koymayan, ilkeli ve dürüst bireylere ihtiyaç var... Daha açık konuşmak gerekirse, hırsları yeteneklerinin önünde giden, kişisel hesaplar peşinde koşan ‘profesyonel politikacılar’dan kurtulma zamanımızın geldiğine inanıyorum.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun örgüte yaptığı uyarıları bu nedenle çok önemli buluyorum. Başlangıçta iyi niyetlerle yola koyulsalar da, zaman içinde siyaset yapma nedenlerini unutup, egolarına teslim olanlardan, delege hesaplarından, ön seçim pazarlıklarından bu parti kurtulabilecek mi, önümüzdeki günler gösterecek... İl kongrelerinden Kurultay’a uzanan süreç, Genel Başkan'ın uyarıları doğrultusunda gelişirse, ülkemizin geleceği adına umutlu olabiliriz. Aksi halde, olabilecekleri düşünmek bile istemiyorum…
Neden bu kadar karamsar olduğumu soracak olursanız, yaşadıklarımdan, gördüklerimden diye yanıtlayabilirim sorunuzu. Politikacı bir annenin çocuğu olarak, tüm hayatım siyasetin içinde geçti. Sağı da, solu da yakından tanıdım. Farklılıklarından çok ortak yanları olduğunu gördüm. Tek hedefleri, bir kez daha seçilebilmek olan milletvekillerini, belediye başkanlarını tanıdım. Tanımaz olaydım...
Siyaseti meslek haline getirenler, yalnızca ideallerini kaybetmiyorlar; insanlıklarını da kaybediyorlar. Samimiyetlerini, dürüstlüklerini, vicdanlarını... Geriye, yalnızca hesap, kitap kalıyor!
Ülkede adaleti, hukuk devletini tesis etmek için yola çıkan (Adalet Yürüyüşü gibi başarılı bir eyleme imza atan) bir partinin kazandığı güveni sürdürebilmesi, kadrolarının inandırıcılığına bağlı olacaktır. Sosyal demokrat bir partinin, toplumsal direnişin motoru olabilmesi için “Önce İnsan” diyebilmesi, insan malzemesini buna göre oluşturabilmesi gerekir. İnandırıcılığın temelinde samimiyet yatar çünkü…
“Önce İnsan” diyerek, nefret suçlarından arınmış, özgür ve eşit bireylerin oluşturduğu, insan haklarına dayalı, laik ve adil bir toplum özlemini dile getiren bir siyasi partinin gündeminde bilim ve sanatın öncelikli bir yeri olmalıdır. Çünkü, bu saydığımız ilkelerin toplumca özümsenmesi, yozlaşmış değerler sistemimizin gözden geçirilmesi için bilim ve sanatın önderliğine ihtiyaç vardır.
CHP kadrolarında buna inanan insanlar olduğunu biliyorum. Yaklaşan Kurultay, bu insanları mı kucaklayacak, yoksa vitrinde bir kez daha ‘profesyoneller’i mi göreceğiz, meraktayım….
Genel Başkan’ın işi hiç kolay değil, farkındayım. Ama, çıkar yolun ilkelerden geçtiğinin, bu yoldan bilim ve sanata gerçekten değer veren insanların öncülüğünde geçilebileceğinin; seçim nutuklarında, seçim bildirgelerinde güzel sözler söylemenin yeterli olmadığının bilincinde olduğunu sanıyorum.
“Önce İnsan” diyelim... Gerisi kolay.