Sağlıkçının boğazına sarılın diyor biri. Emekçiye ya da emekliye fazla para vermemeli, mutsuzluk yaratır diyor öteki. Siz bizim günah işleme özgürlüğümüzü ihlal ediyorsunuz diyor beriki. Örneklerin ucu bucağı yok. Akıl, izan, etik, bilim, yasa tanımayan bir zihniyet, hayatı kendince biçimlemeye çalışırken mantık ve algı sınırlarını da mahvediyor.
Siyasetten sanata, eğitimden spora, her yerde karşımıza çıkan bu zihniyet, çıtayı öyle bir yere koymuş durumda ki, sözle, işle, eylemle o çıtayı aşmanın mümkünü yok. Her şeyi kendine göre yorumlayan, biçimleyen, dayatan ve bütün bunları mubah gören bu zihniyet, her kavramı, her değeri, her ölçütü kolaylıkla araçsallaştırabiliyor. Belli bir standardı yok, kuralları işine geldiğince yorumluyor, değiştiriyor. Dün söylediğini bugün kolaylıkla reddedebiliyor. Makyavel’e rahmet okutturacak bu zihniyet, her şeyi işine geldiğince, zamanı yettiğince kullanıp, hiçbir vefa, saygı, minnet duymaksızın çöpe atabiliyor.
Bütün bu işleri tek başına başarması mümkün değil elbette. Organize olması, benzerleriyle ölümcül bir ortaklığa girmesi gerekiyor. Ölümcül sözcüğü boşuna değildir. Herhangi bir nedenle vaz geçiş, ölümcül sonuçları göze almayı gerektiriyor. Sonsuz bir itaat ve sır kardeşliği, tüm paydaşların ortak noktasını oluşturuyor. Nimetlerinden herkesin, derecesine ya da payesine göre yararlandığı bu ortaklığın tutkalı, kesin bir itaatten besleniyor. Hiçbir şeyi unutmayan ama hiçbir şey öğrenmeyen bir zihniyetten söz ediyoruz. Normal ve kirlenmemiş bir zekânın bütün bunları algılaması ve anlatması kolay değil. Çünkü her gün biraz daha yükselmekten, hayata ve kamuya şok yaşatmaktan başka çaresi olmayan bu çıtaya yetişmek olanaksızdır.
Peki, ne yapmalı? Belki de doğru soru şudur: ne yapmamalı?
Çıta sahiplerine benzememeli. Çünkü benzemek, tıpkı çıta sahiplerinin istediği gibi, onların istediği alanda, istedikleri konularda, belirledikleri gündemlerle konuşmak ve davranmaya çalışmaktır. Bu asla başarı getirmeyecek beyhude bir çırpınıştan öteye geçemez. Bunu görmek için, habire deneme ve sınamadan geçmek gerekmiyor. Dahası, karşı olduğuna benzeme ve giderek dönüşme tuzağına yuvarlanmayı hızlandırıyor.
Sözü daha fazla uzatmaya gerek yok. Onların yanlışlarıyla, onların diliyle ve mantığıyla başa çıkılamaz. Elbette işgal edilen, kirletilen, içi boşaltan her kavramı geri almak gerekiyor. Bunun ilk adımı da, onlara laf yetiştireceğim diye çırpınırken unuttuğumuz ya da ertelediğimiz kavramları, değerleri anımsamaktan, anımsatmaktan ve bunda ısrar etmekten geçiyor.
Özgürlük, bağımsızlık, çağdaşlık, laiklik gibi… Emek, insan hakları, bilim, sanat, eğitim, doğa gibi… Demokrasi, adalet, yurtseverlik gibi…
Bunları unutup, dayatılan gündeme kapılıp laf yetiştirmenin kimseye yarar getirmediği yeterince kanıtlanmadı mı?
Gerçek çıtası bu değerlerle oluşturulmuş bir memlekette, hala bunları yazmak elbette garip.
Ama inanın, gereğini bir türlü yapmayanlar kadar garip değil.