Bu toprakların karanlıklardan kurtulması ve çağdaş, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, yalnızca cephede savaşlarla, uluslararası platformlarda boğuşmakla sağlanmadı. 100 yaşındaki Cumhuriyetimizi, kılıç-saban-kalem ile yurtseverliğin yoldaşlığına borçluyuz. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün henüz savaş sürerken eğitim, kültür ve sanat ordusunun neferleriyle buluşması ve gelecek düşlerini paylaşıp, asıl savaşı onların vereceğini söylemesi, yalnızca bir iltifat ve temenni değil, olağanüstü bir uzak görüşlülüğün de kanıtıdır.

Bu iradeyi somut işlerle yaşanır kılan o müthiş kadroların değeri, bu açıdan da eşsizdir. Belleksiz bir geleceğin kurulamayacağını bilen kurucu irade, kısa sürede Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi gibi akademik kurumları yaratmıştır. Konservatuvar, Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi gibi kültür ve sanat kurumları açarak, yetiştirdiği değerleri ülke geneline yayarak, bu birikimin değerlendirilmesini, geliştirilmesini ve “muasır medeniyet seviyesine” ulaşmayı ana hedef olarak koymuştur. Köy Enstitüleri, Halk Evleri, Türk Ocağı, Halk Mektepleri gibi oluşumlar yalnızca birer eğitim mucizesini değil, yepyeni bir ülkenin ve yurttaşlarının aidiyet kodlarını oluşturma ve paylaşma amacını gösterir.

***

Elbette bunlar bilimsel olarak yetişmiş, bu idealin coşkusunu ve kararlılığını benimsemiş yurtsever kuşaklar gerektiriyordu. Hayatın her alanında olduğu gibi, konumuzla ilgili kadroların yetişmesi için yurtdışına gençler gönderildi. Yurtdışından uzman değerler ülkeye davet edildi, yapılanmaların sorumluluğuna, eğiticiliğine getirildi. Bu mücadelenin ulusal ve uluslararası neferleri Anadolu içlerine gönderilerek, araştırmalar, derlemeler yapmakla görevlendirildi.

Çünkü Kurtuluş Savaşı, sanıldığı gibi yalnızca militarist bir vuruşma değildi. “Kurtuluş” yüzyılların cehaletinden, tembelliğinden, vurdumduymazlığından, karanlığından kurtulmayı da anlatan geniş, yüksek, derin bir kavrama dönüştürülmüştü. Çünkü özgürlük ve bağımsızlık, bu prangalardan kurtulmaya bağlıydı. Yedisinden yetmişine bir memleket bu savaşın paydaşı yapılmıştı. Bu nedenle bizim kurtuluşumuz ve kuruluşumuz, kılıçla sabanın, kazmayla kalemin, akılla yüreğin, bilgiyle çalışkanlığın, bilinçle duyarlığın, nihayet memleket sevdası ile uğruna gösterilen çalışkanlığın yoldaşlığı olarak tanımlanmayı hak eder. Bu yoldaşlık sanat ve sanat emekçileri sayesinde görünür ve yaşanır kılınmıştır.

Bugün Cumhuriyet bilincimizi tazelemek kadar, sanat emekçilerinin de bir bellek ve duruş temizliğinden geçmesi zorunlu bir gerekliliktir. Alnındaki ışığın ne olduğunu, ne işe yaradığını sormak, iyi bir başlangıç olacaktır.