“İnsan olma yolunda hangi noktaya geldiysem
önümde hep onun ayak izlerine rasladım.”

(Mevlana, Yunus Emre için)

Onun fotoğrafını ilk kez, Eski İzmir “Nauluhon /Tantalis” adlı kitapta gördüm. Başında kolonyal şapka, elinde kazma, vücudunu öne doğru dik açı şeklinde eğmiş, kazı işçisi gibi -gibisi fazla- çalışıyordu. Lejandında, “İzmir Valisi Kazım Bey, Eski İzmir kazısında çalışırken” yazıyordu.
Sıradışı yaşamı, 1881'de (Atatürk'le aynı yıl) Manastır'da başlamış, öğrenim ve askerlikteki aşamaları yıl yitirmeden tamamlayarak, kurmay albay olduğu dönemde önünde kutsal bir yol açılmıştı. 1919 yılı Mayısı'nın ilk günlerinde, “acılı Türk milletinin biricik umudu” Mustafa Kemal Paşa, onu Anadolu seferinde kendisinin yanında kurmay olarak almaya karar vermiş; sözünü şöyle bitirmişti:
-Yarın Genel Kurmay Başkanlığında Albay İsmet Beyi gör, gerisini o halleder!

Yurdu kurtaran, Cumhuriyeti kuran ilahi kadro, ayaklarında savaş meydanlarının tozu silinmeden, sosyal, ekonomik ve kültürel seferberliğe girişti. Manastırlı Kazım Bey, bu görev bölüşümünde İzmir Valisi olarak rol aldı. Ama sadece “rol” olarak değil, eski deyimle can siperane çalıştı. (1926-1935)
Adını, “İmarcı Vali” olarak tarihe altın harflerle yazdırdığı bu mevkide yaptığı işlerin adları bile bu yazıya sığmaz. Ama size, “Bir bilmecem var okurlar” diyeyim ve sorayım:
-Şu rakamlar ne ifade ediyor:
“41.5”, “300” ve “999 artı 1”?
41.5, Kazım Beyin devlet hizmetinde geçirdiği yıl sayısı. Not: Bu süre içinde bir tek gün izin, rapor, kaytarma yok!
300 (yazıyla üç yüz) Onun, İzmir ilçe ve köylerine kazandırdığı ilkokul sayısı. Üstelik; devlete yük olmadan, halkı gönüllü olarak çalıştırarak. Bunu yaparken, toplum psikolojisinden ne kadar iyi anladığını göstermiştir. Bir örnek:
Bayındır-Ödemiş arasındaki Aslanlar köyünde okul yoktur. Halkı toplayıp, ne kadar sürede okul binası inşa edebileceklerini sorar. “Altı ayda” cevabını alır.
Vali Paşa, işin ardını bırakmaz. Tam altı ay sonra geldiğinde, bırakın bitmesini, inşaat başlamamıştır bile. Yaverine seslenir:
-Yaz oğlum: İçişleri Bakanlığına. Aslanlar köyü halkı sözünü yerine getirmediği için köyün adının “Tavşanlar” olarak değiştirilmesine...
Sonucu yazmama gerek var mı? Bugünkü muhteşem okul, altı aydan daha kısa sürede tamamlanmış; köyün kendi çocuklarının aydınlanması hizmetine sunulmuştur.
Yazımın yolu oralara düşmüşken, aktaracağım bir anektod, Kazım Beyin üstün meziyetini özetlemeye yeter sanırım.
Vali Paşa, öğretmenleri ardına takmış, “Küçük Menderes Bölgesi” toplantısı için Ödemiş'e gitmektedir. Öğretmen Asım Kültür, Ödemiş Tayyare Sineması önündeki merdivenlere çıkarak, halka şöyle seslenmişti:
-Bakın ey sayın halkımız: Osmanlı valileri, ardına zaptiyeleri takarak dolaşırdı; işte görüyorsunuz, Cumhuriyet'in Valisi, eğitim ordusunun askerleriyle geliyor!..
Bir sayı daha vermiştim: “ 999 artı 1”. Bu bilmecenin yanıtını bilmeniz kolay değil; ben açıklayayım:
Vali Kamil Bey, Karagöl yakınında muhteşem Verem Savaş Dispanseri inşa ettirirken, çıktığı Yamanlar doruğunun 999 (dokuz yüz doksan dokuz) metre olduğunu öğrenince; yanındakilerle birlikte taş toplayıp bir metre yığarak:
-Dağın yüksekliği adı belli 1000 (bin) metre oluversin, demiş.
Kazım Bey, yapar mı yapar!
Yazının başına, Mevlana'nın Yunus Emre için söylediği sözü koydum. Aynı durum, Vali Kazım Bey için de geçerli. Özetin özeti bir yolculuk yapalım:
-İzmir'den batıya gidersek, yol, Balçova kaplıcaları, İçmeler köprüsü, Karaburun yolu ve bu yol üzerindeki zarif çeşme,
-Kuzeye gidecek olursak, Ilıpınar yakınındaki anıtsal çeşme, Kozak yolundaki sevimli çeşme,
-Doğuya yönelirsek, Kemalpaşa çıkışındaki göz alıcı çeşme, Torbalı yolunun 6. km'sinde, Luwi anıtının yerini belirleme amacıyla yapılmış zafer takı,
-Güney yönünde ilerlersek, yöreyi ağ gibi ören yollar, Ayrancılar'dan itibaren, yolun iki yanını süsleyen sedir ağaçları, Selçuk, Şirince yolu...
“Şirince” demişken, nasıl anmazsın Vali'mizin oraya ilk gelişini.
O zaman köyün adı “Çirkince”dir. Muktedir Valimiz, bu şirin köye “Çirkince” adını yakıştıramaz, “buranın adı Şirince olsun” der; öyle olur, olmakla da kalmaz, öğretmen Suat Bey, “Şirince Marşı” isimli hoş bir şiir yazar ve besteler:
“Kimdir diyen acaba
Bu yerlere Çirkince
Biz diyelim daima
Köyümüze Şirince.”
İmarcı Vali'nin bir soylu eylemi de, halkla birlikte yarattığı her yapı ve yapıtın başına diktirdiği tabeladaki yazının “Cumhuriyet'in ümran eserlerinden olan bu...” diye başlaması. Başında böyle söylem olan eserlerin en çoğu, İzmir şehri içindedir denebilir.
Bu arada altı çizilmesi gereken husus, Kazım Beyin iş yapmada sürekli olarak yerel yönetimle uyumlu çalışmasıdır. Söz gelimi İzmir'deki yaratılarının hepsinde, unutulmaz Belediye Başkanı Dr. Behçet Uz ile hep kol kola, yürek yüreğe çalışmıştır. Dünya çapında bir eser olan Kültürpark ve İzmir Fuarı, Atatürk anıtı, Dr. Mustafa Enver Beyin ve Türk büyüklerinin heykelleri hep bu gönülden işbirliği sonucu meydana getirilmiştir.
Yıl 1934'tür ve Kurtarıcı ve Kurucu Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İran Şehinşahı Rıza Pehlevi ile birlikte İzmir'e gelmiştir. Mağrur İran Şahı, Kazım Beyin olağanüstü çalışkanlığını görünce Atatürk'e; “Sen Serdar (Başkomutan) ben Nefer” demiştir. Bir şey daha söylemiştir İran Şahı:
-Senin bu Valin çok DİRİK adam!
“Dirik”, Azeri dilinde çalışkan, yaratıcı anlamındadır.
Aynı yıl Soyadı Yasası çıkınca, Atatürk, not defterine “Kazım DİRİK oldu” diye yazarak, İzmir'in imarcı Cumhuriyet Valisi'ne pek yakışan soyadını vermiştir.
Allah İzmir'e ve diğer illerimize hep böyle “DİRİK” valiler nasip etsin.