Elbette mümkündür ve benzetmek gibi olmasın, yasaların kapıyı “hakkındır” diye açıp, sonrasını “sen bilirsin” diyerek kapatması arasında yer alan sözcükle: “ama!”

Biz yazımızda bu sihirli sözcüğü, mevzuatımızdaki ya da gündelik lafazanlıklarımızdaki gibi, olumluyu olumsuzlamak ya da samimiyeti mahvetmek için değil, olması gereken için kullanacağız. Israrla öneriyoruz ki, “28. Adalet ve Demokrasi Haftası”nda tek konu bu olmalı, bu ülkede “gerçek gündemin” bu iki kavramdan başka bir şey olmadığı, her türlü sorunun bu iki kavrama karşı tutumlardan ve uygulamalardan beslendiği, “mertçe ve Türkçe” dile getirilmelidir. Demokrasiden başlayalım.

***

Bu kavramı insanlık ilk kez Herodot’tan okudu, uygulamasını Antik Yunan’da gördü. Diktatörlüğe-tiranlığa karşı, halkın kendi kendini yönetmesi olarak tesis edildi. Buradaki çapak, demokrasinin halk denen yurttaşlar için olması, köleleri asla ve kat’a ilgilendirmemesiydi! Biraz bizim Demokrat Parti döneminde, iktidar milletvekilinin “Halk plajları işgal etti, vatandaş denize giremiyor” yakınmasındaki garabete benziyordu. Lakin ok yaydan çıkmış, Prometheus’un ateşi tanrılardan çalıp insanlara taşıması ve Olympos’a bir daha iade edilmemesi gibi, demokrasi de, diktatörler ve tiranlar ne yaparsa yapsın, dünyanın “nizam” arayışında kendine yer buldu. Tekme tokat, tank cop, işkence idam yağmuru altında bugünlere geldi.

Her şeyin onun için olduğu iddia edildi, eli kanlı diktatörler ülkenin adına “demokrat” ve “cumhuriyet” sözcüklerini utanmazca ekleyip, emperyalizmin cetvelle biçtiği güzelim topraklarda, Afrika ve Ortadoğu’dan başlayarak yeryüzünün her yerinde aşağılık nizamlar tesis etti. “Our boys” yaftalı katil çeteler, ülkelerinin gençlerini “bir sağdan bir soldan asıyoruz, daha ne istiyorsunuz?” diye sırıtarak demet demet katletmenin, demokrasi ve beka uğruna olduğunu iddia edebildi. Sözün şehvetine kapılıp, meramdan uzaklaşmayalım. Yeri geldikçe örnek sunarız. Demokrasi Müzesinde anti demokratların ve demokrasi kenelerinin eyledikleri, ne yazık ki insanlığın başardıklarıyla acımasız bir eşitsizlikle yarış halindedir.

Demokrasiyi Lincoln “halkın, halk tarafından, halk için yönetilmesi” olarak tanımlar ki genel kabul gören bir tanımdır. Churcill’e bakarsanız, en iyi yönetim biçimi midir bilinmez, lakin insanlığın “şimdilik” bulduğu en iyi yoldur. Meşrutiyet gölgesinde iktidar derleyip, Çanakkale’de “tek dişi kalmış canavarın” temsilcisi olarak karşımıza çıkan bu arkadaşın –Sosyalist olmadığına göre- toplumsal düzen diyalektiğini hangi temellere oturttuğu ve ne beklediği bilinmez, geçelim.

Demokrasinin, ayrıntılar bir yana, genel anlamda “olmazsa olmazları” vardır. Seçilmiş temsilciler ve özgür, adil, belli bir takvimle yinelenen seçimler; ifade özgürlüğünün herkese tanınmış olması; alternatif bilgi kaynaklarına ulaşım-erişim olanağı; örgütlenme bağımsızlığı; tam, eşit, özgür biçimde vatandaşlık-yurttaşlık “olmazsa olmazların” çerçevesini oluşturur.  Bunlar çoğulculuk anlayışının zorunlu koşul olması, sivil özgürlüklere sonsuz ve koşulsuz saygı, devlet mekanizmasının demokrasinin gereklerine göre donatılması, politik katılıma dair engellerin olmaması ve topluma egemen olan politik kültür kalitesi ile kendini göstermek, kanıtlamak zorundadır. Bugün dünyada bu niteliklere “tam” olarak sahip olan ülke sayısı, yeryüzü ve memleket adına hepimizi üzebilir: 21! 

***

Bu kadarla da kalmıyor, faşisti ve yobazı deli eden demokrasi. Kendi dünyan ve yarattığınsanrılar içinde, bu değerlerin kalitesizliğine ya da eksikliğine rağmen “demokrasiyiz, demokratım” mavalıyla gezmeni, “haydi beni alkışlayın” dayatmanı umursamayan bir sınıflama da yapıyor. Tam mısın, kusurlu musun, ortaya karışık mısın yoksa otoriter (faşist) misin diye de sorguluyor. Önüne basının ahvalini, örgütlenmeye dair sağladığın koşulları, dil ve kültürünü yaşama-yaşatma kalibreni, eğitim başta olmak üzere laik duruş ve tutumunu, emeğe verdiğin değeri, örgütlenmeye duyduğun saygıyı, doğayı, bilimi, eğitimi, sanatı, düşünceyi, artı değeri, velhasıl insanca yaşanacak, insanca paylaşılacak, böyle olduğu için onur duyulacak her şeyi koyuyor. Daha bunun adaleti var, hukuku var. 

Ne demiştik, bu hafta ve her gün asal gündemimiz budur. Bu köşe, bu konuyu işlemeyi sürdürecektir. Çünkü “demokrasi ve adalet” yoksa hiçbir şey yok.