Eskiler iki yüzlülüğü tarif için,
“At izi it izine karıştı” derdi.
Artık demiyorlar...
Çünkü “iz”den geçilmiyor ortalık.

Public Relations; yani PR,
Türkçesi “Halkla İlişkiler”dir.
Yani mal kötü de olsa,
İyi göstermenin kısa yoludur.

Bütün amacı da,
Görüş ve davranışları etkileyip,
Yeni bir anlayış yaratmak,
Farklı algı oluşturup,
Asıl olanı da saklamaktır...

Vaktiyle bir derviş varmış.
Bir Ramazan ayında,
Dervişi iftara davet etmişler.
Davete icabet edip gitmiş.

Davette bir şey yiyememiş,
Gece yarısı evine gelmiş,
Eşinden sofra hazırlamasını istemiş.

Duruma şaşıran eşi de;
“Sen davette değil miydin?
Ne sofrası, ne yemeği?” demiş.

Derviş başını eğip;
“Sorma, eğer çok yersem,
Bu halis derviş değilmiş,
Diye konuşmalarından korktum
Fazla bir şey yiyemedim” demiş.

Bunun üzerine eşi;
“İyi o zaman,
Sofrayı hazırlayıncaya kadar,
Sen de akşam namazını kılıver.
Sofrayı da ancak hazırlarım” demiş.

Eşinden bu sözleri işiten derviş;
“İyi ama ben akşam namazını,
Orada, hem de imam olarak,
Kılmıştım” cevabını verir.

O zaman dervişin hanımı;
“Arkamdan kötü konuşurlar,
Diye yemek yiyemediğine göre,
Arkamdan iyi konuşsunlar diye,
Namaz kılmayı uzatmışsındır.
Bu sebeple akşam namazını,
Bir daha kılıver, o arada ben de,
Sofrayı hazır ederim” deyivermiş.

Derviş, bu sözler üzerine,
Derin düşünceye dalmış,
Aklı başına geldiğinde ise,
Gösteriş derdinden kurtulup,
Kendi gibi yaşamaya karar vermiş.

Kıssadan hisse;
Akıllı olanın dili kalbinde,
Ahmak olanın kalbi de,
Apaçık olarak yüzündedir...