Yazı dizimizin bu bölümünde Güzel İzmir’in 1800’lü yıllarının ikinci yarısına bakıyoruz.

Yazı dizimizin bu bölümünde Güzel İzmir’in 1800’lü yıllarının ikinci yarısına bakıyoruz yeniden. Bu yazıda dönemin iki değerli isminden sözedeceğim. Ama önce yazımızda arka fonda, o dönem İzmir’in edebiyat ve musiki hayatını derinden etkileyen ve İzmir’de 75 senelik bir ömre sahip (1850/1925) İzmir Mevlevihanesi olduğunu vurgulayayım.

Şair Eşref, Neyzen Tevfik, Tevfik Nevzad dahil, edebiyat ve yazı çevresinin değerli isimlerinin yolu bu Mevlevihane’den geçmiştir. Oradaki uzun sohbetlerden etkilenmişler, orada kurulan dostlukları hayata ve ürettikleri eserlere taşımışlardır.

Değerli Mehmet Demirci’nin (Prof. Dr.) ‘İzmir’de Tasavvuf Kültürü’ adlı kitabından ve çeşitli araştırmalarından öğrendiğimize göre, İzmir Mevlevihanesi’nin en aktif, en renkli siması Halil Dede’nin oğlu Şeyh Nureddin Efendi’dir (1870-1920). Tam 32 yıl postta kalmıştır. Parlak bir zekaya sahip Nureddin Efendi, ilk öğreniminden sonra, kendini özel derslerle yetiştirmiştir. Farsça’yı Hoca Fikri Efendi’den öğrenmiş, genç yaşında da Mevlevi Şeyhliği’ne getirilmiştir. Musiki ve edebiyat ile yakından ilgili olan, özgür düşünceli Nurettin Efendi, tasavvuf şiirlerinin iyi örneklerini vermiştir. Şiirlerini dönemin İzmir gazetelerinde yayımlamış, ama kitaplaştırma yoluna hiç gitmemiştir. Belki de şiirleri, iyi bir araştırmacının, çeşitli kaynakları ve İzmir gazetelerini arşivlerde taramasıyla sessizce bir araya getirilmeyi beklemektedir. Biz yine değerli Mehmet Demirci’nin araştırmasından Nurettin Efendi’nin iki tasavvuf şiiri örneğini verelim.

İzmir'de Mevlevi Dervişleri
Bunlar İzmir’deki gazete ve dergilerde yayımlanmıştır. İki beyti şöyledir:
"Temaşa eyledim elhak cemal-i yari her yüzden 
Bi-hamdillah visale nailim efsaneden geçtim."
(Ben gördüğüm her yüzde Hakk'ın cemalini seyrettim. 
Şükürler olsun ki O'na kavuştum, efsaneden boş şeylerden geçtim.)
"İlm ü irfandan nasibi olmayan insan ile
Bahs edüb beyhude zayi' etmeyiz evkatımız."


(Biz, ilim ve irfandan nasibi olmayan kimselerle konuşarak, 
boş yere vaktimizi kaybetmeyiz.)
Belki biliyorsunuz. Mevlevilerin başlarına giydikleri sikke, sembolik bir değer taşır. 
Ayrıca bu konuda "Külah-ı Mevlevi" redifli çok sayıda şiirler yazılmıştır. 
Örneğin Şeyh Nuri Efendi, bu geleneğin devam etmesini istemiş, İzmir Ahenk gazetesinin 20 şubat 1914 tarihli nüshasında çıkan yazısında bir duyuru yapmıştır. Duyuruda “Külah-ı Mevlevi" başlığı altında şiirler yazılıp gönderilmesini istemiş, şiirlerin kendisi tarafından bastırılacağını vurgulamıştır. Bir hafta sonra istenen şiirler gelmeye başlamış, dönemin Ahenk gazetesinde bir hayli Külah-ı Mevlevi şiiri yayımlanmıştır.

İzmir Mevleviler

Yine Değerli Mehmet Demirci’den aktaralım. Gönderilen şiirlerden biri de Manisa Mevlevihanesi baş aşçısı Mesnevihan Mehmed Hilmi Dede'ye aittir. Şiirin iki beyiti şöyledir:


"Sikke-puş ol, tac-ı izzettir külah-ı Mevlevi 
Dü cihanda ayn-ı rahmettir külah-ı Mevlevi
Sikke giymiş Mevlevidir Hazret-i Sultan Reşad 
Bak nasıl bir tac-ı devlettir Külah-ı Mevlevi"


Şiir bize şöyle seslenmektedir: “Ey kardeş sen de başına bir Mevlevi sikkesi koy, bu yolu tanı, bu yola gir. Zira Mevlevi külahı olan sikke, bir üstünlük ve yücelik tacıdır. Baksana padişah Sultan Reşat sikke giymiş bir Mevlevidir. Mevlevi külahının nasıl bir devlet tacı olduğunu, yani insanı padişah yaptığını görüyor musun?”

İzmir Mevlihanesi Şeyhi Nurettin Efendi

Büyük romancı İzmirli Hâlit Ziya Uşaklıgil’in yazdıkları arasında da İzmir Mevlevîhânesi ile ilgili bilgiler yer alır. Halit Ziya Uşaklıgil (1865-1945), 12-24 yaşları arasında İzmir’de kalmıştır. Bu döneme ait hatıralarını İzmir Hikâyeleri kitabında kaleme almıştır: 


“Saz âleminin en güzîdelerinden birisi İzmir Mevlevîhânesinin bir dâiresinde aziz muhibbim Şeyh Nureddin Bey’in mûsikî toplantılarında vâki olurdu. Pederinin vefâtından sonra postnişinlik makamını alan Nuri Bey henüz pek genç idi. (…) Pek melih, pek halûk olan bu genç çok mümtaz bir mûsikîşinas, pek mâhir bir neyzen idi.”


(Bu arada Halit Ziya’nın da saygıyla sözünü ettiği Şeyh Nurettin Efendi aynı zamanda bestekar ve musiki ustası Râkım Elkutlu’nun dayısıdır. İzmirli Râkım Elkutlu Nurettin Efendi yanında yetişmiş, sonradan Türk musiki hayatında çok etkin bir isim olmuştur.) 

R. Elkutlu


Ne yazık ki kıymetli Nurettin Bey de, Abdülhamit’in baskı döneminden nasibine düşeni ağır bir şekilde almış; hakkında verilen bir jurnal üzerine 1899’da Hizmet Gazetesi Başyazarı, Şair Tevfik Nevzad, şair Abdülhalim Memduh, şair Tokadizade Şekip, Doktor Edhem Bey ve kardeşi Avukat Hasan beylerle birlikte Bitlis’e sürgün edilmiştir. Nurettin Efendi, zor günler yaşamış, ama her zaman onurunu korumuş, dostları ile dayanışmasını sürdürmüştür… Kendisini saygı ile andıktan sonra, gelelim birlikte Bitlis’e sürüldüğü tasavvuf şiirinin adı az anılan değerli isimlerinden İzmirli Şair Tokadizade Şekip Bey’e… 


Önce Ömer Faruk Huyugüzel Hocamızın yazdıkları başta olmak üzere, Hüseyin Avni Ozan’ın, “Tokadizade Şekip, Hayatı, Felsefesi, Eserleri” gibi değerli kaynaklardan adı az anılan bu kıymetli ismin hayatını özetleyelim sizlere:  

Tokadizade Şekib Bey
Şekip Bey (1871-1932), İzmir'in Tilkilik semtinde dünyaya geldi. Babası Tokadîzade Mehmet Nuri Efendi, annesi Rabia Hanım'dır.

Şairin dedesi Tokatlı olduğu için aile Tokadîzade lakabıyla anılmıştır. Şekip Bey, Rüştiye'yi bitirmiş, İzmir’in tanınmış hocalarından Arapça, Farsça, meanî, beyan  dersleri, ayrıca Hıristiyan bir hocadan da felsefe, kimya ve tabiat tarihi dersleri almıştır. İzmir Mektubî-i Vilayet Kalemi müsevvitliğinde bulunduğu sırada İzmir'in tanınmış iş adamlarından Yahya Hayati Paşa'nın kızı Gülfem Hanım'la evlenmiş, biri kız üç çocuğu olmuştur. Bunların en büyüğü Kemal'in dört yaşındayken vefatı, Şekip Bey’in edebiyat çizgisinde her zaman karamsar bir iz bırakmıştır. 1897'de İzmir’de Şule-i Edeb dergisini çıkarmış, aynı yıl Şura-yı Devlet Tanzimat Dairesi Hulefalığına tayin edilmiştir. Ama 1899'da bir yemekte konuşulan padişah aleyhindeki sözlerin İstanbul'a ihbar edilmesi sonucu, Tevfik Nevzad, Abdülhalim Memduh, Mevlevî Şeyhi Nurettin ve Doktor Ethem'le beraber Şekip Bey de Bitlis'e sürgün edilmiştir. Şekip ve arkadaşları 1901 yılında affedilerek İzmir’e dönmüşlerdir. Sürgün dönüşü İzmir Bidayet Mahkemesi Zabıt Başkâtipliğine getirilmiş, II. Meşrutiyet'in ilanına kadar, ömrünü sürekli takipte geçirdiği için yazı hayatına zorunlu ara vermiştir. 1907'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni örgütlemek üzere İzmir'e gelen Doktor Nazım'ın çalışmaları sonucu, Cemiyet'in İzmir teşkilatı kurulmuş, Şekip Bey dokuzuncu üye olarak Cemiyete katılmıştır. II. Meşrutiyet'in ilan edilmesi üzerine Meclis-i Mebusan'ı oluşturmak üzere ülke çapında seçimlere gidilmiş, Şekip Bey ısrarlara dayanamayarak aday olmuş, Manisa'dan milletvekili seçilmiştir. 1909'da Neşide-i Vicdan'ı yayımlamıştır. Ama İstanbul'a gittikten sonra, 31 Mart Hadisesi gelişmiş, bu olay sonrası gerçekleştirilen idamlar ve bazı gazetecilerin öldürülmesi ya da saldırılara uğraması  Şekip Bey'in Cemiyet'ten istifa etmesine yol açmış, milletvekilliği ise 1912'de Meclis'in feshedilmesine kadar sürmüştür. İzmir'in işgal edileceği söylentileri üzerine İzmirli aydınlar İzmir Müdafaa-yı Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti'ni kurmuşlar, Cemiyet'in kurucuları arasında yer alan Şekip, merkez yönetim kuruluna seçilmiştir. (19 Mart 1919). Zılal adlı bir dergi çıkarmış, İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi üzerine yapılan baskılara ve gördüğü manzaralara  dayanamayarak 1920 Kasım’ında İstanbul'a gitmiştir. İstanbul'da bir yıl kaldıktan sonra 28 Ekim 1921’de İzmir'e dönmüş, Kız Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Elde ettiği geliri Türk Cemaati Maarif Encümeni tarafından idare edilen ilkokulların ihtiyaçları için kullanılmak üzere bu cemiyete bağışlamıştır. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtuluşundan sonra, Kasım 1922'de yapılan Belediye seçimlerinde Belediye Meclis azalığına seçilmiştir. 1923'te Reşehat, 1924'te Derviş Sözleri ve 1925'te Huzur-ı Hilkat'te adlı şiir kitaplarını yayımlamış, 1931'de İzmirli genç sanatçıların önderliğiyle İzmir'de bir Edebiyat Cemiyeti kurulmasına öncü olmuştur. Cemiyetin Başkanlığına Şekip Bey getirilmiştir. Şekip Bey, ikinci oğlu Nasır'ın tifo hastalığından 6 Ekim 1932'de ölmesi üzerine aynı gün, göğsüne dayadığı bir silahı ateşleyerek trajik bir şekilde intihar ederek hayata veda etmiştir. Tokadizade Şekip Bey, o yılların İzmir’inde çok saygı görmüş, hep itibarlı ve onurlu bir isim olmuştur.

Örneğin o yılları bize çok iyi aktaran Yazar Bezmi Nusret Kaygusuz’un önemli kitabı ‘Bir Roman gibi’de Şekip Bey’e ilişkin şunlar yazılıdır:

“Tokadizade Şekip Bey, mütevazi ve faziletkar bir şahsiyet idi. Meşrutiyet’in istirdadını müteakip Manisa Mebusu olmuştur. Eski vadide muvaffak olduğu gibi, son yıllarda Edebiyat-ı Cedide tarzında yazdığı eserlerde de yüksek bir kudret göstermiştir. Çok hassas ve ince bir şair idi. Kalbi rikkat, merhamet ve şefkat hisleriyle dolu idi. İnsanların vefasızlıkları, sahte tavır ve hareketleri onun ruhunda derin bir infial ve bedbinlik yaratmıştı. Tabiatın doğurduğu adaletsizliklere, müsavatsızlıklara karşı isyankardı. İçinde gizli bir elem yaşardı.”


Bu satırların özellikle Tokadizade Şekip Bey’in nasıl bir insan olduğunu ve kişiliğini anlamak için değerli olduğunu düşünüyorum. Tokadizade Şekip Bey’in ilk şiiri "Nazire" başlığıyla Hazine-i Fünun'da (1893) yayımlanmıştır. Şekip Bey’in değişerek gelişen ve olgunlaşan şiir serüveninde ölümüne kadar geçen zaman içine sığdırdığı dört şiir kitabıyla çeşitli yayın organlarında yayımladığı 135 şiiri vardır. Şekip Bey’in her zaman hüzünlü, melankolik ve zor bir hayatı olmuştur. İlk oğlunun ölümünün acısını hep içinde saklarken, ikinci oğlunun ani ölümü, onu intihara sürüklemiştir. Örneğin Halit Ziya’nın Şekip Bey’in ölümü sonrası hakkında yazdıkları, şu satırlarla biter:
“Şekip’in kaybı memleket için elbette telâfî edilmesi mümkün olmayan bir kayıptır. Fakat bunun da teselli veren bir yönü var: O, hayat ile tek bağlantısı olan oğlundan sonra nasıl yaşayabilir, bu ağır üzüntünün altında çöken gövdesini nasıl sürükleyebilirdi? Ve bizler onu bu acı içinde inlerken görmeye nasıl dayanabilirdik? Eğer ölülerin de bir nefesi, onların yüreklerinin de bir çarpıntısı varsa, baba ile oğul nefes nefese, yürek yüreğe mesut ve müsterih olarak ebedî uykularını uyusunlar. Şu bîçare dünyanın öte tarafında dinlensinler!..”

Tokadizade Şekip Bey’e ilişkin yazımızı uzatmak mümkün. Özellikle Tasavvuf Şiiri alanında çok özel örnekler veren bu kıymetli İzmirli’yi saygıyla anıyorum. 

Derviş Sözleri Kopya
Derviş Sözleri, adlı eserinde “Çok gözyaşı döktüm ben bu âlemde / Demem çekmediğim bir cefa kaldı / Fakat hakikati gördüğüm demde / Zannetme korktuğum bir bela kaldı.” diyen şairimizi, “İZMİR MEDHİYESİ” adlı şiiriyle sevgiyle anarak uğurlayalım:  

“Güzel, mübarek vatan, merbutum candan sana
Senden ayrı yaşamak, ölmekten de güç bana
Münceziptir hilkatte eşsiz güzelliğine
Girsem bile cennete ararım seni yine
İner gökten melekler koklar çiçeklerini
Bilsen nasıl meftunum ovana dağına
Feda olsun hayatım taşına toprağına
Muhabbetin ruhumda sema kadar derindir
Yalnız gönlüm değil, neyim varsa senindir
Kucağında yatıyor: çocuğum, anam, babam
Yeşil İzmir: Ben senden ölürüm ayrılmam.”