“İzmir Kentinin ‘İzmir’ adını almasında Homeros’un belki az çok payı vardır. Çünkü İlyada’da, Amazon Kraliçesi ya da Tanrıçası’ndan söz ederken, ‘Ölümsüzler ona cömert boy-poslu ya da hoplayıcı Mirin’ der. Böylece İzmir’i kuran Amazon’un Mirina olduğu söylenir”
Yukarıdaki sözler, edebiyatımızın büyük ustası, romancı, hikayeci ve sanatın birçok kolunda yeteneklere sahip, dönemin Türkiye’sinin en birikimli entelektüellerinden, yaşamının son 25 yılını İzmir’de geçirmiş ve bu şehirde vefat etmiş Halikarnas Balıkçısı olarak anılan Cevat Şakir Kabaağaçlı’ya aittir. (‘Hey Koca Yurt’ adlı kitabından)
Çoğumuz Halikarnas Balıkçısı’nın İzmir yıllarına yabancıyızdır. Onu elbette çok çok büyük katkıları olduğu Bodrum’a yakıştırdığımız için, İzmir yıllarını genelde es geçeriz. Oysa bu büyük bir eksikliktir. Çünkü Halikarnas Balıkçısı’nın İzmir yılları, hayatının en verimli olduğu yıllar sayılabilir. Bu yazıyı yazmadan önce kütüphanemi karıştırırken, İzmir’de kentlilik bilincinin farkındalığına öncülük yapan, İzmir kent tarihinin aydınlanmasına fener tutan, şehrimize değer katmış insanların unutulmaması için hep çaba gösteren, geçmiş yıllarda Yeni Asır’da birlikte çalışma şansına sahip olduğum, kıymetli ustam Yaşar Aksoy’un ilk baskısı 1984 yılında yapılan ‘Halikarnas Kadırgası’ adlı kitabına rastladım. Değerli Yaşar ağabeyin İnkilap’tan ikinci baskısı yayımlanan, 26 Haziran 1997 yılında bana imzaladığı kitabı o dönem okumuştum. Özellikle Antik İzmir bölümü hafızama kazınmış lirik İzmir metinlerinden biriydi. Kitabın sayfalarını sevgiyle yeniden karıştırdım. Kitabın sayfaları arasında dolaşırken, Halikarnas Balıkçısı ile ilgili bölümleri yeniden okudum. Açıkçası İzmir’de Halikarnas Balıkçısı’nın unutulmaması için öne çıkan, hatırasını yaşatan, bu büyük edebiyatçının adının Türkiye’de iz bırakan eserlerini, değerlendirmeleriyle gündemde tutan, ağırlıklı iki değerli isim oldu. Elbette bu isimlerin önde geleni Balıkçı’nın kendisini ‘Manevi Oğlum’ olarak adlandırdığı, güzel yürekli insan, meslektaşımız, yazar ve akademisyen kimliğiyle de İzmir’de iz bırakmış Şadan Gökovalı ustamızdır. Değerli Şadan Gökovalı’yı sevgi ve saygıyla anıyorum. Büyük Balıkçı’yı yazılarında hayatı ve eserleriyle yıllardır hep yaşatmaya çalışan ikinci İzmirli kıymetli ustam Yaşar Aksoy’dur. Balıkçı ailesinin İzmir’deki değerli üyelerinin, Şadan Gökovalı’dan sonra en güvendiği isimlerin başında Yaşar Aksoy’un geldiğini biliyorum. Eminim Yaşar Aksoy, önümüzdeki aylarda Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı ile ilgili bizi yeni bir kitapla buluşturacaktır. Yaşar Aksoy’u da bu sayfadan sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bu arada yeniden Halikarnas Kadırgası’na döneyim.
‘O, BURADA YAŞAMADI MI?’
Aksoy kitabının bir bölümünde, yıllar önce Yeni Asır’da ‘Dert Babası’ adlı sütununda gündelik yazılar kaleme alan Özdemir Hazar’ın Halikarnas Balıkçısı ile bir yazısını alıntılamış. Bu yazının son bölümünü aktarayım: “Hani Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Balıkçı Enstitüsü nerede? Hani, İzmir’in içinde Halikarnas Balıkçısı büstü, sokağı, bulvarı, caddesi?..
O, burada yaşamadı mı? Burada yazıp çizmedi mi? Birçok gerçeği yansıtmadı mı? O büyük adama son yıllarına kadar turist gezdiriciliği yaptırmadık mı, nafakasını kazansın diye. Bir yerde avuç açtırdık ona. Kim bunun suçlusu? Hepimiz suçluyuz…”
Çok kıymetli Rahmetli Özdemir Baba (Hazar), Yeni Asır’da birlikte çalışma imkanı yakalayabildiğim ustalarımızdandı, (Ne yazık ki onun ismi de az anılıyor İzmir’de), birlikte çok rakı içmişliğimiz vardır. Akşama doğru ‘Haydi Güneş rakı burcuna girdi’ çocuklar derdi bizlere. Nasıl vermiş Balıkçı’nın hakkını 1980’li yıllarında başında. Özdemir Baba, Balıkçı için “Burada yazıp çizmedi mi?” diye sormuş ya tam 40 yıl önce Dert Babası adlı köşesinde. Biz Özdemir Baba’yı sevgi ve saygıyla anıp, hemen bu soruyu yanıtlayalım:
Değerli hocalarımız Ömer Faruk Huyugüzel (Prof. Dr.) ve Fazıl Gökçek’in (Prof. Dr) incelemelerine baktığımızda, Halikarnas Balıkçısı’nın İzmir basınındaki ilk yazısının 1937 yılından itibaren Anadolu Gazetesi’nde yayımlanmaya başladığını görüyoruz.
Balıkçı’nın bu tarihten 1954 yılına kadar birçok hikaye ve makalesi bu gazetede yayımlanmış. Değerli Fazıl Gökçek hocamıza göre, Halikarnas Balıkçısı’nın Bodrum’a sürgün edilmesi ve daha sonra burada yaşamaya karar vermesinin ardından edebi içerikli yazılarını İzmir basını üzerinden takip edebiliyoruz. İzmir gazetelerindeki roman tefrikaları, hikayeler ve diğer yazılarının bir kısmı kitap halinde basılmış, bazıları ise gazete sayfalarında kalmış gün ışığına çıkmayı beklemektedir. Değerli Fazıl Gökçek Hocamız, Halikarnas Balıkçısı’nın Demokrat İzmir Gazetesi’nde özellikle 1948-1955 yılları arasında tarihi-mitolojik içerik taşıyan birçok hikayesinin yayımlandığını vurgular. Fazıl Gökçek Hocamız Ömer Faruk Huyugüzel’in de yazdıklarına gönderme yaparak, Balıkçı’nın özellikle hayatının son kırk yedi yılını geçirdiği Bodrum ve İzmir devresinde (son 25 yılı İzmir’de geçmiştir) İzmir gazete ve dergilerinde yazdığı yazı, roman ve hikayelerin yeterince bilinmediğine değinir. Şunu vurgular:
“Kendisinin yakın arkadaşı Zekeriya Sertel’in tanıklığına göre İngilizce, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Rumca’yı anadili gibi bilen ve bu dillerde hem konuşup hem okuyup yazabilen Cevat Şakir’in bu dillerde edindiği zengin kültür birikimini gazete yazılarında ve hikayelerinde şiirsel bir dille birlikte kullanmıştır.”
BALIKÇI’NIN İZMİR YAZILARI
Ömer Faruk Huyugüzel’in de verdiği bilgileri değerlendiren Fazıl Gökçek hocamızın Demokrat İzmir Gazetesi üzerinde yaptığı araştırmaya göre, Halikarnas Balıkçısı’nın 15 Şubat 1948’den 25 Aralık 1955 tarihine kadar gazetede yayımlanan fıkra ve hikayelerinin sayısı 240’ı bulmaktadır. Balıkçı’nın 240 yazısının 93 tanesi ‘Pazar Hikayeleri’ üst başlığı altında yayımlanan kısa hikayeleridir. (Fazıl Gökçek’in ‘Halikarnas Balıkçısı’nın Demokrat İzmir’deki Yazıları’, başlıklı makalesinden aktardım)
Şimdi aktaracağım Balıkçı’nın bir kitabının öyküsü de, sanıyorum Gökçek’in sözünü ettiği bu 240 makalenin içeriğinden çıkmıştır. Sevgili Yaşar Aksoy ‘Halikarnas Kadırgası’ adlı kitabında “Balıkçı ve Eski İzmir…” başlığı altında aynı konuya değinir. Yıl 1981. Balıkçının ölümü üzerinden 8 yıl geçmiştir. Yağmurlu bir gündür. Yaşar Aksoy, annesi tarih öğretmeni Karşıyaka’nın ve İzmir’in efsane hocası rahmetli Zehra Aksoy ile sohbet ederken, onun 1955 yılında kaleme aldığı ‘Eski İzmir’ adlı kitabı gündeme gelir. Annesinin yazdığı kitabı, sohbet sonrası tekrar karıştıran Yaşar Aksoy, kitapta bir dipnot ile karşılaşır. Dipnotta şunlar yazılıdır: “Halikarnas Balıkçısı ‘Eski İzmir’ tefrikası, 18 yazı, ‘İzmir şehri, bu adı nereden aldı? (Siniras neye delalet eder?), 4 Nisan 1950, Demokrat İzmir…”
Bu yazılardan haberi olmayan Yaşar Aksoy, heyecanla annesine bu yazıları sorar, “Hepsini kesip biriktirdim. Bodrum’daki evladiyelik ceviz sandıklarımızın birinin dipinde olması gerekir” diye yanıtlar Zehra hoca. Sandıklar tarandıktan sonra, 33 adet gazete kesiği ortaya çıkar. Balıkçı’nın hiçbir kitabına girmemiş edebi İzmir yazılarıdır bunlar. Üstelik aynı zamanda bir çizer olan Balıkçı’nın çizdiği enfes resimlerle süslenmiştir. Örneğin bu yazıların biri “Homer’in içinde şiir yazdığı mağara” başlığını taşır. (6 Mart 1950 tarihli Demokrat İzmir)
Her yazı birbirinden ilginç ve el değmemiş bilgiler içermektedir Yaşar Aksoy’a göre. Yaşar Aksoy ertesi gün birçok insanla görüşür. Şadan Gökovalı dahil kimsenin bu yazılardan haberi olmadığını öğrenir. Yaşar Aksoy, Balıkçı’nın manevi oğlu Şadan Gökovalı ustamıza emanet eder bu yazıları. Artık emin ellerdedir bilinmeyen bu yazılar. Şadan Gökovalı, Milli Kütüphane’den eksiklikleri tamamlar. İki ay sonra ‘Sonsuzluk Sessiz Büyür’ adlı yeni bir Balıkçı yapıtı çıkar ortaya, Şadan Gökovalı’nın hazırladığı kitabın 150 sayfalık omurgasını Balıkçı’nın tefrikası oluşturur. Halikarnas Balıkçısı, ‘Sonsuzluk Sessiz Büyür’de Anadolu tarihinin, çoğu kişinin bilmediği ilginç ve gizemli gerçeklerini, bir anlatının, bir söyleşinin çok ötesinde anlatmış, okurlarına tarihsel bir yolculuğun heyecanlı serüvenlerini tattırmıştır. Antik yaşam biçimleri, eski şölenler, dinsel törenler, tıpkı bir film gibi bilinçte canlanırken, sanattan politikaya, garip inançlardan savaşlara değin uzanan yoğun ve hızlı Anadolu destanları, tarihi yönlendiren özellikleriyle sanki yeniden canlanmıştır. Sonuçta ‘Sonsuzluk Sessiz Büyür'deki yazılar, 1950'li yıllarda gazetede tefrika edilmiş, İzmir tarihi konusundaki en ayrıntılı, özgün ve edebi yazılardır.
FONDA İZMİR TASVİRLERİ
Yine Halikarnas Balıkçısı’nın İzmir yıllarını detaylı bir şekilde inceleyen değerli Ömer Faruk Huyugüzel hocamız (Prof. Dr.), “İzmir’de Edebiyat ve Fikir Hareketleri Üzerine Araştırmalar” adlı kitabında bir bölümü Cevat Şakir’e ayırmıştır. Bu yazısını 1999 yılında kaleme alan Huyugüzel hocamıza göre, 1928 ile ölüm tarihi 1973 yılına kadar Bodrum ve İzmir’de yaşayan Halikarnas Balıkçısı’nın bu yıllar aralığında İstanbul ve İzmir gazete ve dergilerinde yüzlerce edebi ve terihi eserinin yayımlandığını öğreniriz. Hocamıza göre ne yazık ki bunların tümü bilinmemektedir. Hocamız öğrencileriyle birlikte, İzmir gazete ve dergilerinin bibliyografyalarını yaparken, Halikarnas Balıkçısı’nın bu yayın organlarında yüzlerce yazısının yayımlandığını tespit etmiş, bunların özellikle yüksek lisans tezlerinde kullanılmasını teşvik etmiştir. Hocamızın da dikkatini çeken değerli bir eser, Demokrat İzmir Gazetesi’nde ‘Bulamaç’ başlığı ile tefrika edilen Halikarnas Balıkçısı’nın son romanlarından biridir. Bulamaç, 1948 yılında Demokrat İzmir Gazetesi’nde 126 tefrika olarak yayımlanmıştır. Daha sonra Sevilay Öğüt tarafından bir lisans tezi olarak derlenen roman, Şadan Gökovalı’nın son kontrolünden geçerek 1996 yılında Bilgi Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. Bu roman İzmir’deki bazı kişilerin portreleri ve hikayeleriyle bezenirken, fonda zaman zaman İzmir tasvirleri yer alır. Sonuçta Halikarnas Balıkçısı, edebi büyüklüğü tartışma götürmez olan, çok özel bir insandır.
CİNAYETLE YARGILANIR
Yazar ve edebiyat araştırmacısı Nagehan Uçan Eke’nin (Prof. Dr.) yazdıklarına göre, ‘kaynaklarda yazarın doğum yeri ve yılı hakkında bilgi farklılıkları olsa da, Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı, annesi Giritli İsmet Sare Hanım’ın söylediği ve yıllar sonra kızı İsmetula’nın babaannesinin Kuran-ı Kerim’inin içinde bulduğu notta da yazdığı gibi, 17 Nisan 1890 tarihinde Girit henüz Türk iken’ doğmuştur. Doğumdan bir önceki gece annesi İsmet Hanım’ın rüyasında Musa peygamberi görmesinden dolayı Musa ön adını almış, II. Abdülhamit zamanında sadrazamlık ve kumandanlık yapmış amcası Cevat ile babası Şakir’in isimleri ise adı olmuştur: ‘Musa Cevat Şakir…’
Babasının 3 yıl süren Atina Seferiliği’nden sonra, Cevat Şakir 5 yaşında iken İstanbul’a dönen Şakir Paşa Ailesi, önce Yıldız’da bir köşkte ve ardından kısa bir süre Nişantaşı’ndaki konaklarında ikamet etseler de bir süre sonra babası, amcası Sadrazam Cevat Paşa’nın erken ölümünden padişahı sorumlu tutacak ve devlette aldığı tüm vazifelerden istifa ederek Büyükada’daki bir köşke taşınacaklardır.
Cevat Şakir öğrenim hayatına Büyükada’da Mahalle Mektebi’nde başlamış, 1904’te Robert Kolej’i, 1908’de de Oxford Üniversitesi Yeni Çağlar Tarihi Bölümü’nü bitirmiştir. Daha sonra İtalya’ya giderek Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim üzerine eğitim görmüştür. Anlaşılacağı gibi büyük bir edebiyatçı olmanın temelleri o yıllarda atılmıştır. Bu arada İtalya’da Agnesia Kafiera adlı İtalyan bir modelle evlenen Cevat Şakir’in Agustina adını verdiği bir kızı olmuştur. Cevat Şakir yurda döndükten sonra Diken, İnci, Resimli Ay gibi çeşitli dergilerde yazılar yazıp karikatür ve süsleme resimleri yayımlayarak geçimini sağlamıştır. Cevat Şakir’in hayatını baştan başa değiştirecek büyük trajedi ise 1914 yılında yaşanmıştır. Şakir Paşa 1914 yılında Afyon’da dededen kalma ve paşanın emekli maaşı dışında tek gelir kaynakları olan çiftliğe yerleşir. Cevat Şakir de çiftliğe gelir. Bir akşam çok saygı duyduğu babası Şakir Paşa ile Cevat Şakir arasında bir kavga ortamı oluşur. İşte bu anda Şakir Paşa bir kaza kurşununa hedef olur. Oracıkta hayatını yitirir. Sonrasında Halikarnas Balıkçısı 24 yaşında cinayetle yargılanır, önce yedi yıl yattığı hapis dönemi, ardından sürgün, Bodrum ve İzmir yılları gelir.
FIRTINALI AMA ÜRETKEN BİR ÖMÜR
Halikarnas Balıkçısı’nın ömrü boyunca kalbinde taşıdığı bu büyük trajedi, elbette onu yazarlık serüveni için kışkırtacaktır. (Bu yılların detayı başka bir yazının konusu olabilir.) Koca Halikarnas Balıkçısı, içinde sürekli yanan acıyı, ancak denizle, doğayla, yazıyla dinginleştirir… Fırtınalı ama üretken ömrüne 5 roman, onlarca hikaye, çeviriler, denemeler sığdırır. Biz de Halikarnas Balıkçısı’nı çok sevdiği denize bakarak, en güzel romanının adını taşıyan ama aynı zamanda bir denizcilik terimi olan “Aganta Burina Burinata”* diye seslenerek, sevgi ve saygıyla selamlayalım…
* “Serenlerin üstündeki üst ve alt yelkenleri tut.”