Edebiyatın ve sanatın şemsiyesi altında, İzmir’den ne değerli insanlar geçti. İşte bunlardan biri de, vefa örneği göstererek Bostanlı’da bulunan açık hava tiyatrosuna adını verdiğimiz Suat Taşer. Hem bir tiyatrocu, hem de kıymetli ve kendine özgü çizgisiyle 1940 kuşağının toplumcu şairleri arasında sayılan bir değer.
Edebiyatın ve sanatın şemsiyesi altında, İzmir’den ne değerli insanlar geçti. İşte bunlardan biri de, vefa örneği göstererek Bostanlı’da bulunan açık hava tiyatrosuna adını verdiğimiz Suat Taşer. Hem bir tiyatrocu, hem de kıymetli ve kendine özgü çizgisiyle 1940 kuşağının toplumcu şairleri arasında sayılan bir değer.
İstanbul’da 1919 yılında dünyaya gelen Suat Taşer, aynı zamanda Cumhuriyet kuşağının ilk okullu tiyatrocularından biri. Önce Ankara Devlet Konservatuarı'nda tiyatro eğitimi gören Taşer, bu sürecini tamamladıktan sonra tiyatro yolculuğuna başlar. Ankara Devlet Tiyatrosu'nda oyunculuk, Ankara Radyosu'nda spikerlik yapar. Daha sonra Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde tiyatro dersleri veren Suat Taşer, İzmir Devlet Tiyatrosu'nun müdürlüğünü de üstlenir. Değerli Suat Taşer’in şairlik serüveni ise ilk gençlik yıllarından itibaren sürer. Suat Taşer’in ilk şiiri 1938 yılında Servet-i Fünun Uyanış dergisinde yayımlanır. Ardından Yürüyüş, Adımlar, Varlık, Yığın, Yaprak, Yeditepe ve Dost gibi dergilerde de şiirleri yer alır. Taşer az yazsa da, üretici bir şair sayılır. Örneğin 1942 ile 1970 yılları arasında sekiz şiir kitabı yayımlanır.
"Bir" (1942), "1943" (Fethi Giray'la, 1943), "Hürriyet" (Ömer Faruk Toprak'la, 1945), "Merhaba" (1952), "Haraç Mezat" (1954), "İkinci Kurtuluş" (1960), "Hayret Bey'in Serüveni" (1968), "Evrende Ellerimiz" (1970). Suat Taşer genç sayılabilecek bir yaşta 1982 yılındaki hayata vedasına kadar şiir yolculuğunu sürdürür. Öldüğünde, ilerde yayımlanacak son şiir dosyası çekmecesinde hazırdır. Ülkemizin değerli yayınevlerinden Ayrıntı Yayınları, iyi ki Suat Taşer’in bütün şiirlerini bir iki yıl önce “Bir Ben Bir Yokuş” adıyla kitaplaştırdı. Adı Bostanlı Açıkhava Tiyatrosu’na verilse de, şairliği dönem dönem sessizliğe terkedilen Suat Taşer’in bütün şiirleri böylece okurlarına toplu bir şekilde ulaştı. Bu noktada Suat Taşer’in üniversite yıllarında öğrencisi olan değerli Müjde Bilir’in çabalarını da saygıyla selamlamak gerekir. Suat Taşer’in ölümü sonrası “Suat Taşer-Üç Duvarlı Dünya” adlı bir kitap yayımlayan edebiyatçı-yazar Müjde Bilir’in değerli çabası, Ayrıntı Yayınları’nı da herekete geçirerek, Taşer’in şiir külliyatının bir araya gelmesine vesile oldu. Bu arada 40'lı yılların toplumcu şairlerinden biri olarak anılan Suat Taşer’in, o dönemlerde şiirlerinden dolayı yargılandığını, kovuşturmalara uğradığını hatırlatmak gerekir. Suat Taşer’in gerçek kimliği, özgürlüğe tutkusu şu sözlerinden de çok iyi anlaşılacaktır:
"Yazmanın, düşünmenin korkulan değil, korkutucu bir şey olduğunu anladım. Her boyda her soyda, her renkte kıskançlar, kötü niyetliler, ikiyüzlüler, adiler gördüm. Gene de düşünmekten, yurdumu, insanlarımı, sanatımı bütün varımla sevmekten vazgeçmedim"
Suat Taşer’in eskimeyen, her dönem taze, duyarlı, barıştan ve insandan yana bir şiiri var.
“Bir Ben Bir Yokuş” adlı toplu şiirlerinde geçmiş dönemin kıymetli isimlerinin Suat Taşer değerlendirmelerini de okuyoruz. Bunlardan biri Attilâ İlhan, yıl 1968. Yelken adlı bir dergiyi yönetiyor usta şair. Ve Suat Taşer’e mektubunda şunları yazıyor:
“Azizim Taşer… Bilmem Yelken dergisini bir süredir benim yönettiğimden haberin oldu mu? … Dinamo’dan tut Dağlarca’ya, Aziz Nesin’den Tarık Dursun’a ya da Ceyhun Atuf ‘a kadar çeşitli arkadaşların yardımı ile tam bir amatör dergisi kişiliğiyle yapıyoruz bu işi…
Senden özellikle tiyatro konularında yazılar rica edecektim fakat Baki Süha’nın Cumhuriyet‘te yayınladığı şiirleri okuyunca utandım; ben ki daha bir bacakken 1943’teki Hürriyet (kitabındaki) şiirlerini okumuş ezberlemişimdir, Suat Taşer’in öyle bir kalemde silinmeyecek ozanlardan olduğunu kestirebilmeliydim. Bu bakımdan şimdi büyük ricam, yeni şiirlerinden şöyle hiç değilse iki ya da üç sahife kapsayacak kadar bir miktarı Yelken‘e vermek lütfunda bulunman. Ver ki iyice değerlendirelim onları, dosta düşmana gösterelim. Ayrıca tiyatro yazılarını da gönderirsen bizi ihya edersin, aziz dostum.”
(Mart 1968, Attilâ İlhan)
Değerli şairimiz Suat Taşer’in şiirleri, edebiyat dünyasındaki ilk önemli adımları sonuçta. Sırtını sevgiye dayamış, toplumsal bir pencereden yansıttığı şiirlerini, incelikli bir hümanizm ile donatmıştır. Aşk teması da Suat Taşer’in şiirlerinde öne çıkmıştır. Aşk şiirlerinde de peşini hiç bırakmayan ‘hüzün’ hep baştacı olmuştur Suat Taşer’in. Şairimiz edebî yaşantısında öykü, masal, roman, derleme, eleştiri, anı kulvarlarında dolaşmasıyla birlikte, ciddi bir çeviri uğraşı da sürdürmüştür. Örneğin Taşer, “Bir Karakter Yaratmak" çevirisiyle 1982 Yazko Özendirme Ödülü’nü kazanmıştır. Elbette bunların yanında, ‘Kendini Tanı’, ‘Üç Duvarlı Dünya’, ‘Bi Dünya Ki ve Konuşma Eğitimi’ adlı incelemelerinin yanında, ‘Aşk ve Barış’ ile ‘Deli Dumrul’ adlarıyla değerli tiyatro eserleri de vardır.
İzmir Suat Taşer’in hayatında hep etkin bir şehir oldu. 1971 yılından sonra hayatını İzmir’de sürdürdü. Örneğin İzmir Türk- Fransız Kültür Derneği ’nde düzenlenen tiyatro kurslarını yönetti (1972 – 73). Buca Eğitim Enstitüsü ’nde tiyatro ve diksiyon dersleri verdi (1974- 75). 1976 ’da Ege (sonradan Dokuz Eylül) Üni. Güzel Sanatlar Fak. Tiyatro Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak girdi. 1978’de İzmir Devlet Tiyatrosu müdürlüğüne getirildiyse de öğretim üyeliği görevini sürdürdü. Sonuçta İzmir’e emek vermiş bir şair, değerli bir tiyatro adamıydı Suat Taşer. Bu nedenle İzmir’de hep hatırlandı. Unutulmadı. Son olarak 2019’da doğumunun 100. yılında Karşıyaka’da anılmıştı. Şairimizin şiirlerinde de İzmir yoğun olarak yer aldı. Buna en güzel örnek, Suat Taşer’in İZMİRNAME adlı şiiridir. Bu şiiri paylaşarak, değerli Taşer’i bir kez daha sevgi ve saygıyla analım. Ruhu şad olsun. Hatırası hep yaşasın…
İZMİRNAME
I. bölüm
denize düştü gözlerim
kordonda
Yağdı yağmurların en kahırlısı
kordonda
Kesti rüzgarı dilim dilim
kordonda
Islak palmiyenin yaprakları
kordonda
Hangi bakışta arasam kendimi nafile
yok dokunuverince açılıverecek bir kapı
De gel de yaşamak üstüne türkü söyle
kordonda
II. bölüm
Bir bulutun altında durdum
İzmir’de
Olmayacak hayaller kurdum
İzmir’de
İlk defa, ilk defa günaha girdim
İzmir’de
Ağaçlar yaprak döküyordu
Kız oturmuş sonbaharın içine
roman okuyordu
Sevda üstüne hemi de
adam sende
Yaşamak günah işlemeye değmez bu şehirde
III. bölüm
Buyurun hanımefendiler beyefendiler
Buyurun rica ederim
Hamal Hamdi beyin dünyasına buyurun
Hepi topu bir kuru can
Hamdi beyde bir yürek var
Nah kocaman
Siz arada sırada gülersiniz değil mi?
Hamdi bey her zaman güler
Hey canına yandığımın dünyası der;
“Alt tarafı iki kürek toprak be abi”.
Denize karşıdır Hamdi beyin hanesi
Sabah güneşi içinde
Kırık bir türküye benzer gönül hikayesi
Çözülüverir düğümleri üçüncü bardağı devirince;
“Sevdiksede anlatamadık
Bizde biliriz a kızım
öpüp sarmayı
Günü gelir aynalı dolapta alırız
Al ipekten entarin olur
Takarım koluma, çıkarım sokağa
Dünyanın tadı gelir”
– içelim
“sen dedi hamal Hamdi
Pamuk çuvalı mı sandın beni?
Doktor karısı olacağım ben
Çifte balkonlu evde oturacağım
Bahçemde güller açacak
Kapımdan beyler paşalar geçecek”
Yağmurlu bir akşamüstü
bastı gitti
“Doktor olmadıysak adam değil miyiz yani?
Yasak mı bize yaşamak, sevmek?
Haksız mıyım abi?”
– içelim
Yükün ağırından yılmaz Hamdi bey
Lafın ağırından yılar
İçerse efkarından
Ağlarsa kahrından ağlar
Hipokantelemefostan anlamaz
ama insan haklarından anlar
“Bozdular dünyamı be abi
Hani düşünüyorumda bazen
tepem atıyor
Ulan Hamdi diyorum
Niye terlemiyor herkes senin gibi
Afedersin yangelmiş bilmemnesinin üzerine
Ciğeri beşpara etmezin biri
yatıyor
Şu işe bak diyorum
ona kolayda
sana gelince mi zor
Ölüsü kandilli yaşamak diyorum
Kusura kalma abi
Adım hamal Hamdi
Olmak mı olmamak mı?
Ama içmek güzel şey”
okey
Hamal Hamdi bey
– içelim
IV. bölüm
Kız Aysel
Cigaramın dumanı
Üzüntün kuruntum, baş ağrım
Cilvene can kurban dedik,
Biz bu dünyaya geldikse yavrum
Naz üstüne naz çekmeye değil,
Sevmeye yaşamaya geldik.
Bütün parklar bizim,
Kaçak aşkları gizleyen dar sokaklar bizim.
Bir yanı yeşerik, bir yanı kuru şu ağaç
Sahildeki ihtiyar kaya
Gündoğduktan ay çıktıktan sonraki dünya
kar, yağmur, rüzgar
Hele durmadan bizi çağıran
şu dağlar
hep bizim
Dört mevsimin dördü de bizim
inan vallahi
Gel kız Aysel
de geliver gayrı
sonuncu bölüm
Çaycı bayram da sevdi
Ekimde
İzmir’de
Hemen denizin dibine yaslanmış bir adam cigarasını yakar
yakara…
Uzak evlerin birinde bir kız
alt kattan üst kata çıkar
çıkara…
Ekimde
İzmir’de
Ötede saat kulesi
Adam cigarasını deniz atar
Kız aynada
adam yürür
Kız aynada
adam sabaha varır
Kız aynada
Ekimde
İzmir’de