On bir yıldır yürüyordu çocuk, yolculuğun onu nereye götüreceğini merak ederek. Yatağı geniş ırmağın kenarına geldiğinde durdu, coşkuyla ve çılgınca akıyordu sular. İki kıyıyı birbirine bağlayan asma köprü rüzgardan sallanıyordu. Bir an için geri dönmeyi düşündü, henüz okul yıllarının başlamadığı zamana... Sonra karşı kıyıdaki insanların üzerindeki pırıltılı elbiselerin, insana ne kadar yakıştığını fark etti. Bu bir hazineydi! Ne yapıp edip o güzel elbiselerden bir tanesine sahip olmalıydı.
Tereddütle attı adımını asma köprüye; altında köpük köpük çağlayan ırmak, rüzgarın uğultusu kulaklarında; sallana sallana yürümeye çalışıyordu. Bir yıl boyunca yürüdü tüm engellere, zorluklara göğüs gererek. Bir tabelaya rastladı: “Hedefinize dokuz yıl kaldı.”
Benden ergenliğin tanımını yapmam istendiğinde, mealen yukarıdaki öykünün temasını içeren cümleler kuruyordum. Tanımı öyküleştirmeyi uzun zamandır istiyordum, nasip bu köşeninmiş. Karşı kıyıdakiler yetişkinlerdir, çocuğun rol modeli olan yetişkinler. Üzerlerindeki hazine değerindeki elbise kişiliktir. Ergen, efsunlu kişilik elbisesini giymek ister ancak hiç kolay olmayacaktır; önce elbisesini dikmek zorundadır. Zordur, terzi ve müşteri aynı kişidir; çetin provalar yapılacaktır. İlkelerini, değerlerini, yaşam felsefesini, siyasi görüşünü, ve, ve, ve seçecektir. Tam oldu diyecektir, elbisedeki potluğu görecektir, bozup tekrar yapacaktır. Yaşamının en meşakkatli işini yapmaktadır ve yetişkinler bırakın ona yardım etmeyi, işini zorlaştırmaktadır. Neyse ki kendisi gibi elbise dikmeye çalışan arkadaşları vardır.
Arkadaş candır, kandır, kankadır; onu bir tek arkadaşları anlamaktadır. Okula başlamadan önce her şeyi ebeveyni biliyordu, ilkokulda öğretmeni biliyordu. Ortaokulda arkadaşları bilmeye başladı her şeyi. Şu hazineyi bir giyebilirse her şeyi kendisi bilecekti ancak orta yaşa doğru: “Annem, babam haklıymış diyecekti. Henüz çocuk bunların farkında değildi.
Çocuğun farkındalığının yetersizliği doğal ve anlaşılır bir durumdur; henüz köprüden geçmektedir. Sorun odur ki yetişkin daha önce köprüden geçmiştir ancak yaşadıklarını unutuvermiştir. Ebeveyninin “Anne olunca anlarsın, baba olunca anlarsın” ifadeleri kulaklarında çınlamaktadır. Çocuğu anlayamayışının mazeretini bu ifadelere yükleyerek vicdanını rahatlatmıştır.
Oysa gökgezenimizde dili iletişim için kullanan tek canlı insandır. Sağlıklı iletişim yöntemlerini (Müzakere) kullanarak çocuklarımızı anlayabiliriz. “Bizim zamanımızda ...” diye cümleye başlayarak otuz yıl önceki çocukluğumuzdan örnekler vererek çocuğumuzun bizimle empati kurmasını beklemekten vazgeçerek, öncelikle değişen dünyanın değişen koşullarını ve çocuğumuzu anlamaya çalışabiliriz.
İğneyi ebeveynlere batırdık, bir başka yazımızda çuvaldızı ergenlere batırırız; hoş kalın.