Küçücük bir kız çocuğuydum ve o zaman da elime ne geçerse okurdum.
Aile genlerinden geçen bir alışkanlık.
Çocuklar akşam babaları eve gelirken oyuncaktı çikolataydı bekler ya, biz ablamla dört gözle gazeteleri beklerdik. Küçücüktük gerçekten küçücük...
Önce sen okuyacaksın ben okuyacağım diye kavgaya tutuşurduk. İstisnasız her akşam.
Sonra herhalde Allah baktı ve dedi ki o gazete öyle paylaşılmaz böyle paylaşılır. İkimiz de yıllarca aynı gazete binasını ve hatta uzun bir ara aynı gazete odasını paylaştık. Yine kavga ede ede hem de :) Kardeşlik bunu gerektirir zaten değil mi? Sonsuza kadar didişmeyi...
***
Neyse işte o küçük kız çocuğu bir gün bir karikatür dergisini keşfetti: Gırgır.
Ve tüm hayatı boyunca türevi dergilerin hep takipçisi oldu.
Eline kalem alsa cin Ali çizemeyen ben, Oğuz Aral'ın genç karikatürcülerin yolladıkları çizimlere yaptığı yorumları büyük bir merakla okurdum. Gereksiz taramalardan kaçınmayı Aral sayesinde öğrendim mesela. Beceremediğim için çizim konusunda olmasa da genel olarak hayatta elimden geldiğince tüm gereksiz yüklerden kaçmaya çalıştım.
***
Eskiden ama çok eskiden Kuşadası'nda geçiriyorduk tatillerimizi. Adalıların çok iyi hatırlayacağı meşhur Küçükoğlu Kampı'nda.
Kocaman çam ağaçlarının içinde, denizin tam dibinde çocukluğumun en güzel anılarını, uykunun en demlisini, yüzmenin en eğlencelisini yaşadığım o meşhur kamp...
Yanlış olmasın şimdi ama galiba perşembe gelirdi dergi.
Her hafta babamdan Gırgır parası isterdim. Sibel diye bir çocukluk arkadaşım vardı ki hala çok iyi arkadaşım, onunla koşa koşa gider Gırgır'ı alır, bir solukta bitirirdik. Sonra bütün hafta ara ara açar karikatürleri, yazıları tekrar tekrar hatmederdik.
Galip Öztürk ismini o yıllardan biliyorum yani ben.
Dün aramızdan göçüp gittiğini duyunca öyle tuhaf hissetim ki kendimi.
Onun 'tuhaf öykülerini' anlamaya çalışan gözlerini koca koca açmış o küçük kız çocuğu oldum yeniden.
Bu kadar erken gitmeseydi keşke.
Ama işte bunun da bir nedeni var bence. Bu acımasız, gaddar dünyadan bir an önce ayrılıp, iyiliğin, saf sevgi ve mutluluğun olduğu, sürekli parti ortamının hafifliğiyle bitmeyen bir karnavalın yaşandığı yere gitmiştir.
İyiler, yaratıcı insanlar, sanatçılar falan o yüzden sınavı çabuk geçip daha konforlu bir ortama kavuşuyorlardır belki.
Böyle düşünmek, buna inanmak bir nebze rahatlatıyor beni.
Ya da Galip Tekin belki kendi seçmiştir bu yolculuğu.
Evin tavanına hooop bir oyuk açıp oradan kanatlı bir vagona binip uçmuştur.
Bu dünyada karşılaşmasının zor olduğu, onunla aynı frekanstaki başka enerjilerle buluşmaya.
***
Kolay kolay ölümlerden etkilenmem, çünkü ölümden korkmam. Bunun başka bir başlangıç olduğuna inanırım.
Ama hayatımda hiç karşılaşmadığım, yüz yüze tanışmadığım bu insanın kaybı bende acayip bir ruh durumu yarattı.
Sanki çam ağaçlarının altındaki, cırcır böceği fonlu, iyot kokulu o kamp pat diye kapandı.
Küçük kız saçlarındaki deniz tuzuyla keyifsiz, tatsız 'büyümeye' gitti.
***
,
Güle güle Galip Tekin. Keşke biraz daha kalsaydın.