9 Eylül’ün 100. yılını yaşadığımız, Cumhuriyetin 100. yılına hazırlandığımız, bu anlamda “seçilmiş” olduğumuz bir süreçten geçiyoruz. “Seçilmiş” sözü, örneğin yine böyle tarihsel bir süreci (Türkiye Cumhuriyeti’nin 200. yılını) yaşayacak kuşağın 2123’te gelecek olmasına dikkat çekmek içindir. Biz seçilmişlerin “seçkinliğini” de, moda deyimle farkındalık, akıl, bilim ve etik kanıtlayacak. Söylemeden geçemeyiz, bunun bir yolu da, tümceleri doğru kurmaktan geçiyor. Örneğin, numaracıların söylemlerini çağrıştıracak biçimde “İkinci 100 yıla basıyoruz” mealindeki tümcelerden vazgeçmeyi salık veriyorum. Öyle ya, biz biraz da dilimiz, ona yüklediğimiz anlamlar ve temelindeki dünya görüşü kadarız. Bu tarihsel yıldönümlerini anmanın, anlamanın ve kutlamanın yolunu yöntemini de iyi bilmeliyiz. Çünkü öylesine yöntemsizlikler, ilkesizlikler, omurgasızlıklar ve nihayet ihanetlerle yorulmuş bir ülkemiz var ki bunu anlamak için, devasa tarih açısından henüz çocuk denilen bir yaşa ulaşmış memleketin ahvaline bakmak, yeter de artar bile. Bize önce zihniyet, duruş ve eylem tutarlığı gerekiyor.

xxxxxx

İlkokul 3 kompozisyon ödevlerine benzer söylemlerle bu iş olmaz. İlkokul 3’e giden çocukların samimiyetinden ve kirlenmemiş yüreklerinden nasipsiz kazık kadar insanların, zekâdan muaf söylem ve yazılarından söz ediyorum. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün simgelediği değerlerin içini boşaltıp mahvederek, yobazlığın, anti demokratlığın ve akıldışılığın kapısını açan, Nadir Nadi’ye “Ben Atatürkçü Değilim” kitabını yazdıran 12 Eylülcülerin saçma sapan söylemlerini gevelemekle de olmaz. Bu ülkenin ve Cumhuriyetinin her türlü nimetiyle şişerken, karanlık ve korkunç mahfillerde her türlü numarayla keyif sürüp, kime ve niye hizmet ettiğini bilmeyenlerden de medet ummuyoruz. Çıkışında çağdaş, laik, demokrat ve sosyal hukuk devleti ilkelerini ideal olarak koyan Cumhuriyete ve onun devrimsel her türlü aydınlanma girişimine öfke ve kin duyup, çağ dışı bir yönetimi ve yaşam tarzını dayatanlardan da, 100. yıla yakışır bir tarih okuması beklenmez. İlericilik, solculuk, devrimcilik taslayanları, daha bu değerlerin temelini oluşturan “diyalektiği” ve gereklerine uygun irdelemeyi bir türlü başaramayanları unutarak, bu listeyi tamamlayamayız. Bu vahim tablo karşımızdayken, ne yapmalıyız?

xxxxx

Tarihsel yıldönümleri, yaşanmışlıkların ve gerçeklerin üstündeki tozlar üflenmeden kutlanamaz, anlaşılıp anlatılamaz. Dahası, bütün bunların gelecek adına yapıldığı, bir an olsun akıldan çıkmamalıdır. Onun için, önce sıkı bir bellek tazelemesine, aklın ve bilimin yardımıyla bilgi ve belge denizinde kulaç atmaya, sözün şehvetinden ve törenselliğin “bitti gidelim” geçiştirmesinden uzak durmaya mutlak gereklilik vardır. Bir başka deyişle, 100. yıl, başta “Söylev” olmak üzere, bizden sağlam bir kitaplık istemektedir.

Size bir örnek olarak, değerli dostum ve hocam “İktisat Tarihçisi” Dr. Serdar Şahinkaya’nın “Devrime Doğru ilk Adım- Mustafa Kemal Paşa’nın Halkçılık Programı 13 Eylül 1920” adlı kitabını önermek istiyorum. Her sayfasının altında en az üç-beş atıf ya da kaynakça bulunan, nefis bir Türkçeye, damıtılmış irdelemelere ve çıkarımlara sahip bu kitabı okumanız için, ille ekonomist olmanız gerekmez. Bilhassa kafası gerici, midesi kapitalist, yüreği gerçeğe abes çalışanların, o hiç sevmediğim deyimle “Ne ara bu hale düştük?” diye sızlananların, ekonominin aynı zamanda bir dünya görüşü ve sorumluluğu olduğunu unutanların okumasını isterim. Düşünsel, ekonomik, bilimsel, sanatsal, kültürel her alanını önce istikrarsızlaştırıp, sonra bunun sorumlusu olarak 100 yıl öncesinin koşul ve olanaklarını gösterenleri, yerine çağdışı sistemleri getirmek için çabalayanları, nihayet kuruluştakiirade, karar ve eylemlerin gerekçelerini unutup, söylemeye ve eyleme dönüştüremeyenleride, bu önemli kaynağı okumaya davet ediyorum. Dr. Şahinkaya çalışmasıyla, bugünün garabetinden kurtulup, bu güzelim ülkeye yakışır bir gelecek tasarlamanın nasıl bir cesaret ve kararlılık istediğini,inanılmaz bir dönemin koşullarını ve programını ortaya sererekkanıtlıyor. “Özgürlük ve bağımsızlık, birey ve ülke için mümkün müdür, mümkünse nasıl?” 100. yılda en önemli soru ve sorun budur. Alt Yapı-Üst Yapı ilişkisi laf ola söylenmiş olabilir mi?