1789 Fransız Devrimi sonrası tüm dünyada gelişen milliyetçilik akımlarının en yoğun şekilde yaşandığı, önce bağımsızlık hedefi ardından da elde edilen toprakların büyütülmesi amaçlı savaşların birbirine ardına izlendiği çoğrafyalardan birisi de Osmanlı İmparatorluğu idi.
Yunan,Sırp,Bulgar, Makedon, Arnavut ve Arap etnisitesi, kendi ulus devletlerini kurabilmek için Osmanlıya karşı her türlü mücadele metodunu kullanarak, birinci dünya savaşı öncesi emellerine ulaşmayı başardılar.
Müslüman ve gayrı müslüm azınlıklar birer birer Osmanlı'yı sırtından hancerlerken, basiretsiz idarecilerin başta olduğu devlet, tüm Rumeli ve Arap yarımadası ile Orta Doğu'daki topraklarını terk etmek zorunda kaldı.
Ne acıdır ki, tarihsel düzlemde azınlıklarda erken dönemde şekillenen 'milliyetçilik ülküsü' ve 'ulus devlet' şiarı, Türklerde oldukça geç zamanlarda olgunlaştı.Bununla ilgili unutulmaz bir anekdotu , Osmanlı ve teorik sosyoloji araştırmaları ile ünlü, Ankara Üniversitesi DTCF,Chicago Üniversitesi ve McGill Üniversitesinin efsanevi öğretim üyelerinden sosyolog ve bilim adamı Prof. Dr. Niyazi Berkes anılarında dile getirir:
'' .. Meşrutiyet döneminde, üç Osmanlı aydını araştırma yapmak için, Fransa'nın başkenti Paris'te bulunan Biblioteque National(milli kütüphane)'e giderler. Girişteki görevli kayıt için standart evrakları ellerine tutuşturur.Belgede doldurmaları gereken bir bölümün başlığı da nasyonalitedir, yani, milliyeti!
Buraya ne yazacakları konusunda kararsız kalırlar ve önce 'müslüman' olarak doldururlar..Ancak onlarla ilgilenen görevli ' bu sizin dininiz' der..Yeniden boş bir kağıt uzatır.. Bu sefer de 'Osmanlı' diye yazarlar..Aynı görevli bunu da kabul etmez ve ' Osmanlı,ülkenizi yöneten ailenin ismi ' der..
Karşısında ne yazacakları konusunda şaşkınlık geçiren kişilerin işlerini kolaylaştırmak isteyen görevli,'Sizlere yardım etmek isterim.Söyler misiniz nereden geliyorsunuz?' diye sorar..Geldikleri kentin İstanbul olduğunu öğrenince de, gülerek,eli ile biraz ilerde bir masada çalışan grubu gösterir:'Bunlar da İstanbul'dan geldiler, Ermeniler' der. Daha uzaktaki bir başka grubu gösterir,' şurada da İstanbullu Rumlar var' der.. 'Siz de Rum musunuz?' diye sorar.. Bizimkiler bir hayli bozuk bir surat ile ' yok ,hayır, Rum ve Ermeni değiliz. Biz Türk'üz' diye yanıtlarlar!
Fransız kütüphane memuru,' tamam işte, Türk yazacaksınız' diyerek yanlarından uzaklaşır!''
Niyazi Berkes, bu anekdotu, burada noktalamaz: 'Tüm dünya ve Avrupa, yüzyıllardır, bu coğrafya ve Anadolu insanı için 'Türk' tabirini kullanırken, Ziya Gökalp,Yusuf Akçura ve İsmail Gaspıralı gibi aydın kuşağı Türklüğü benimsetinceye kadar, sahipsiz kalan bir tanım olmuştur Türklük' der.
İşte geç gelen bu bilincin insanımıza maliyeti çok büyük oldu. Bugün , Gazzede yapılan soykırımın daha büyüğü Türklere karşı yapıldı.
1912'li yıllarda Balkan Ülkeleri için ortak politika, Osmanlı Devletinin o topraklardaki varlığını yok etmek şeklinde özetlenebilirdi. Bu kapsamda başta Yunanistan olmak üzere Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan, Rusya'nın da desteği ile Balkanlar’daki müslüman nüfusunu katletme yarışına giriştiler.
Balkan Savaşlarında Yunanistan, Bulgaristan,Sırbistan ve Karadağ, bu topraklardaki Türkleri katletme, göçe zorlama ve yağmalama aksiyonlarını içeren insanlık dışı politikaları ile bölgenin etnik ve dini konfügürasyonunu radikal bir şekilde değiştirdi.. Bugün, bu çoğrafyada resmi rakamlarda 10 milyonu bile bulmayan Müslüman nüfus,toplam nüfusun sadece %12'sine tekabül ederken ,Kemal Karpat gibi Dünyaca saygın bilim insanlarının araştırmalarında , 19. yüzyılın ikinci yarısında Müslüman ve Türk unsurların Balkanlar’daki total nüfusa oranını yüzde 43 olarak kayıtlara geçirmişlerdi.
Hepsi de Krallık ile yönetilen bu ülkeler Balkan Birliği olarak 7 Ekim 1912'de Osmanlı'ya savaş ilan ettiler. Savaş , yaklaşık bir yıl kadar sürdü ve 30 Mayıs 1913'te sona erdiğinde, Osmanlı , Balkanlardaki topraklarının büyük bir bölümünü , Midya-Enez hattının batısındaki tüm toprakları kaybetmişti, çünkü iç sorunları ile zaten bu savaşı tolere edemeyecek kadar ekonomik ve sosyal derin bir kriz yaşıyordu.
Ele aldığımız konu elbette savaşın akibeti ve Osmanlı'nın ağır toprak kayıpları değil. Bu çoğrafyada yüzyıllarca yaşayan Türklerin büyük kıyımı .. Türkler katledildi, malları yağmalandı.
Louisville Üniversitesinden uzmanlık alanı Balkanlar ve Ortadoğu olan tarih Profesörü Justin A. MacCarthy'nin araştırmalarında, bu savaşlar öncesinde, Arnavutluk dışarıda tutulursa, Osmanlı’nın bu topraklarda yaşayan müslüman nüfusu olarak ortaya çıkan rakam 2,3 milyon idi. Balkan Savaşları sonrasında ise sadece 1,4 milyon kişi kalmıştı yani yaklaşık bir milyon insan etkilenmiş, bunlardan en az 632.408 Türk bireyin öldürüldüğü tespit edilmiştir. Sonraki zaman diliminde de , 812.771 insan, can havli ile İstanbul ve Anadolu'ya göç etmiştir.
1910 yılında Andrew Carnegie tarafından ABD,Washington'da kurulan Carnegie Uluslararası Barış Vakfının, 1914 'de oluşturduğu bir uluslararası soruşturma komisyonunun raporuna göre, silahsız masum müslüman kitlenin katledildiği,ev ve köylerinin yakıldığı ve tüm bunların da sistemli bir mezalim stratejisine göre yapıldığı anlatılmaktadır. Hatta, dönemin Sırbistan sosyalist teorisyenlerinden Dimitrije Tusovic, Türk ve Müslüman katliamlarını , Balkan devletlerinin sistemli bir politikası sonucu olduğunu kayıtlara geçirmiştir.
Sonuçta, ulusal çıkarlara odaklı ve 'Türkün Türkten başka dostu yoktur' şiarına bağlı bir milli bilinçin, günümüzde her zamankinden daha elzem olduğu dönemler yaşıyoruz.