Dokuz Eylül Üniversitesi Sabancı Kültür Sarayı'nın merdivenlerinden çıkıyorum. Heyecanlıyım. Çünkü içeride, Paris gece yaşamının genç ve güzel kadınlarından Violetta ile prestijli bir ailenin oğlu olan Alfredo’nun mutlu sona ulaşamayan aşkını izleyeceğiz. Bir arkadaşımla karşılaştım. Selamlaştıktan sonra İspanya'ya gitmek için gün saydığını söyledi. Eşi, Türkiye'de işsiz kalan yüzlerce akademisyenden biriydi. Barselona'da iş bulup, oraya yerleşince gitmek için sıra ona gelmişti. "Hayırlı olsun!" dedim buruk bir tebessümle. Sahi, Beyazıt Öztürk de oraya yerleşmemiş miydi!
Bir dostu daha uğurlamanın üzüntüsüyle yukarıda beni bekleyen “Kamelyalı Kadın”a doğru yöneldim. Birkaç basamak çıkmıştım ki bir başka arkadaşımla karşılaştım. O da yurt dışında yaşamak için çabalayanlardandı. Ziraat okumuştu ve tarım sektöründe yapacak iş bulamadığı için dededen, babadan kalan mal varlıklarını satıp Yunanistan'da bir şirket kurmak için izin almayı bekliyordu. Oysa, geçmişte kendi kendine yeten ender ülkelerden biri değil miydik biz? Kalkınmasını tarımla gerçekleştirip sanayisini her geçen gün geliştiren o ülkeye ne oldu şimdi? Bugün çiftçi mutlu mu ki halinden, mühendis mutlu olsun! "Tarımda dünyanın bir numarasıyız" demişti oysa Başbakan. O zaman neden çiftlikler kapanıyor, neden yurt dışından arpa, mısır, ayçiçeği, nohut gibi ürünleri satın alıyoruz? Neden mühendislerimiz başka bir ülkeye gitmek için sıraya giriyor? Bundan 5 yıl önce yurt dışında şirket kurarak yerleşmek isteyen yılda 5 bin kişi varken, bu sayı bugün yılda 70 bin civarında. Şaka gibi ama bu doğru.
Sadece işsizlik yüzünden mi yaşanıyor bu beyin göçü?
Sizce; ekonominin her geçen gün kötüye gitmesi, insan haklı ihlalleri, adalet sistemindeki terazinin iyice şaşması, medyanın basın özgürlüğünden uzaklaşması, diyanet işlerinin kız çocukları ile ilgili yaptığı açıklamalar, ülkemiz üzerinde oynanan oyunlara seyirci olunması gibi nedenler bu göçün sebepleri arasında olabilir mi?
Ne çok soru düşüyor zihnime. Oysa, "Kamelyalı Kadın" beni bekliyor. Kapıdan girer girmez onu görüyorum, birazdan sahneye çıkacak. O ve İzmir Devlet Opera ve Balesi'nin birbirinden değerli balet ve balerinleri... Bari onlar gitmese diyorum ama çevremdeki birçok insan gibi birçoğunun aklında gitme fikri olduğunu biliyorum.
En önde ve tam ortadaki yerime oturuyorum. Nedense sevmem burayı. Protokol havası beni bozuyor. Canım sıkılıyor...
Gitmek... Başkaları gibi kızmıyorum gidenlere, gidecek olanlara ve gitmeyi düşünenlere... Ben en çok onları görmeyenlere, gidişlerine sessiz kalanlara ve hiçbir şey yapmayanlara kızıyorum. Yetişmiş onca insan dünyanın farklı ülkelerine gidiyor ve onlarla birlikte bir parçamız da kopuyor. İçim acıyor her tanık olduğum gidişe...
Neyse ki perde bu kez çabuk açılıyor ve sahne adeta beni içine çekiyor. Tayfun Çebi yine harika bir dekor ortaya çıkarmış. Olaf Zombek'in hazırladığı kostümler de harika. Evet artık kendimi Paris'te hissedebilirim. Ne de olsa 5 yıl önce bugünlerde Paris'teydim...
Andrej Barlog’un müzik düzenlemesi ile sunulan eserde orkestrayı Tulio Gagliardo yönetiyor. Dansçıların hareketleri ve müzik, birbirine ne güzel yakışıyor. Alfredo'yu canlandıran Dolun Doyran ve Kamelyalı Kadın Aslı Çilek yine müthiş. Aşkın çıkmaz sokaklarında kendilerini ve birbirlerini ararken danslarıyla herkesi etkilemeyi başarıyorlar...
Lale Balkan tarafından sahneye koyulan ve seyirciden büyük alkış alan eserde dönüşümlü olarak yer alan herkese teşekkür etmek lazım... Yani; Burcu Olguner Alkan, Sülün Duyulur, Boğaçhan Bozcaada, Doruk Demirdirek, Tolga İyiuyarlar, Selahattin Erkan, Çağın Hazar Özideş, Yiğit Erhan, Yasemin Altınel, Gülfem İncecik, Berfin Öztoprak, Aslı Ayhan, Esra Bilgilioğlu, Bülent Özdemir, Selahattin Erkan, Timur Varlıklı, Yiğit Olataş, Sarp Çıtak, Melodi Sıcakyüz Olataş, Sinem Çakmak, Neslihan Mert Kılıç, Sertan Yetkinoğlu, Altan Kılınç, Barış Türksever ve Gökhan Bucuga'ya...
Kamelyalı Kadın, bugün ve 8 Ocak'ta Sabancı Kültür Sarayı’nda sahnelenecek. Biletleri tükenmediyse izleyin derim...
***
Çok sevdiğim bir ağabeyim, aynı zamanda ustam ve çalışma arkadaşım Talat Kırcan, geçtiğimiz günlerde gazetecilikte 50. yılını doldurarak İGC'den bir plaket aldı. Her zaman onunla çalışmış olmaktan onur duymuşumdur. Ne zaman kendisine iltifat etsek, "Yalan da olsa söyle" der. Ben de söylüyorum ama inanarak: "Elbet bugünler geçecek. Güzel günler bizimle olacak."
Ey aşk sen de bizi unutma...