-Tarihte ilk kral kahraman-
(DİLEK'gile sevgi ile)
Fırat'ın kıyısında kurulmuş Şurrupak şehrini biliyor musun? İşte o şehir zamanla eskidi, kendisiyle birlikte tanrıları da kocadı... İnsanlar durmadan arttı, yeryüzü dolup taştı ve yabanıl bir boğa gibi böğürdü; yüce Tanrı da tedirgin oldu. Homurtuyu işiten Enlil, tanrıların danışma toplantısında şöyle konuştu:
-İnsanoğlunun çıkardığı bu kargaşalık çekilmez hale geldi. Gürültü patırtıdan gözüm uyku girmez oldu.” (Utnapiştim)
Bunun üzerine tanrılar, insanoğlunu yok etmek konusunda anlaştılar. Yok etme yöntemi, TUFAN idi. (Bilimsel olarak, bütün yağmurlar yağsa, yeryüzünde ancak 8 cm'lik su birikintisi oluşturabilir, o başka!)
Bütün dinlerde konu edilen Tufan efsanesi ilk kez, “kitaplar doğuran kitap” Gılgamış'ta anılır. Utnapiştim'in gemisi Nizir dağına, Noah'ın gemisi Ararat (Ağrı) dağına, Kuran'da Nuh'un gemisi Cudi dağında karaya oturur. Dikkat buyrulursa bu dağların hepsi de Anadolu'dadır. Her üç olayda da Tufan'ın sona erdiği muştusu, güvercinin gagasında zeytin dalı ile gelir. Kurtulanlar, o zeytindalını toprağa dikerek, gözleri gibi bakarlar. Bu nedenle denildi ki:
“Olea prima omnium arborum est”
(Zeytin bütün ağaçların birincisidir)
Ve bu kutsal ağacın ana vatanı Anadolu'dur.
Beni Gılgamış Destanı kadar etkileyen kitap azdır. Başlıca çevirilerini (Sevin Kutlu- Teoman Duralı, Muazzez İlmiye Çığ, Sait Bir) başucu kaynaklarım arasındadır. Gılgamış'ın İlyada ile benzerliklerini, Halikarnas Balıkçısı'nın bir araştırmasında öğrenmiş, sevinçli bir heyecan duymuştum. Demek ki; insanoğlunun ezelden beri çektiği özlemler ilk kez Gılgamış'ta dile getirilmiş. Çığ'a göre, bütün kutsal kitapların kaynağının Sümer'de olduğu görüşü yabana atılamaz. İnsanın, tek bir ağaçla yaşamak için zeytini seçmesinin yerinde olacağı görüşü en azından dört bin yıldır geçerli.
Kuran-ı Kerim'de Tin Suresinde “İncir ve zeytine and olsun” denilir ve bu iki ağacın bulunduğu yerin yerleşmek için emniyetli (güvenli) olduğu kaydedilir.
Uruk'un buyurucusu, üçte iki tanrı, üçte bir insan olan Gılgamış'ın ölümsüzlük arayışını anlayıp şiire döken Melih Cevdet Abday'dır:
“Yüce Kral Gılgamış, Uruk'un baş duvarcısı,
Bilge Tanrıça Ninsun'un oğlu, hangi esinle
Aradığı ölümsüzlüğü ağzında ırmakların?
Sen, dağı ovaya yıkan, geçmişteki gelecek,
Anlat bana onun ikinci kez ağlayışını.”
Bizim Lokman Hekim gibi Gılgamış da, ölümsüzlük otunu (Huluppu) bulacak ama bir biçimde elinden kaçıracaktır. Gılgamış, her canlı gibi ölümü tadacağını anlamakta gecikmedi.
“Gılgamış -yiğit güçlü Gılgamış- kalkmamak üzere yattı.
Uruk'un kralı kalkmamak üzere yattı.
Eşi benzeri olmayan yiğit, kalkmamak üzere yattı.
Cesareti ve savaşçılığı herkesten üstün olan, kalkmamak üzere yattı.
Altı gün Gılgamış ölüm döşeğinde yattı, derisi kuruyup buruştu.”
Uruk'ta seferberlik ilan edildi, dört bir yanda boynuzlar öttürüldü, haberler salındı: Uruk halkı kalk! Fırat'a sat yap. Fırat'ın yatağını değiştirir!
Beş gün, on gün geçmedi; Uruk halkı Fırat'a set yapıp, yatağını değiştirdi. Kuruyan yatağa Gılgamış için muazzam bir mezar yapıldı. Gılgamış mezarına yatırıldı. Kabzası som altından kılıcı, baltası ve sevdiği eşyası yanıbaşına yerleştirildi. Duymayanlar duysun, bilmeyenler bilsin. Gılgamış'ın yüce adı alsın yürüsün. Sonsuzluk, Gılgamış adını lapis lazuli (lacivert taşı) levhalara kazansın...
Çoğu kırık dökük tabletlerden okunan Gılgamış Destanı'nın özeti böyle. Gılgamış'ı çevirenlerden Sait Bir'in “Önsöz”de belirttiği temennisi şöyle:
“Kurduğu genç Türkiye Cumhuriyeti'ne akla gelebilecek her konuda olağanüstü katkıları olan ve ülkemizi ortaçağ karanlığından aydınlığa çıkaran eşsiz deha Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, Sümer medeniyeti konusunda çalışılması gerektiğini işaret ve teşviki olmasa, bugün Sümerler konusunda elimizde olan Türkçe eserler elbette ki olmayacaktı. En büyük minnet ve şükranlarımız O'nadır. Ebediyet, Mustafa Kemal Atatürk adını lacivert taşından leyhalra kazınsın, hiç silinmesin!
Dileriz öyle olsun!..