Ne zaman bir gurbetçimizle karşılaşsam/sohbet etsem, Nâzım Baba’yı, Bülent Ecevit’i anarım.
Nâzım’ın; oğlu Memed’e yazdığı; "Ayrılık dayanılır gibi değil mi?/ Bize pek mi müthiş geliyor kendi kaderimiz?", Ecevit’in "Göçmen"indeki "nereden sürmüşler beni buralar nere buralar nere/ buralar nere bir bildiğim olmalı/ bilmez olmuşum bir derdim olmalı/ gülmez olmuşum buralara konmuş göçmen olmuşum" dizeleriyle!.
***
Halk TV’nin "ekran klasiği" Halk Arenası için Uğur Dündar Usta ve İzmirli Yılmaz(Özdil) ile Almanya-Hagen’e gittik. Kuzey Ren Vestfalya Sosyal Demokrat Dernekleri Koordinatörü Erdal Tekin ve yönetiminin davetlisi olarak! Daha Düsseldorf Havaalanı’na ayak basar basmaz, sanki İzmir’deydik, İstanbul’daydık. Bolu, Afyon, Malatya, Kars, Rize’deydik. Bir anda gurbetçilerimiz sardı çevremizi. "Memleket kokulular" diye sarılanlar… "Hoşgeldiniz Canlarımız Hoşgeldiniz" diyenler.. "Bize İzmir’i Kordon’u anlat ne olur"la ağlayanlar! Her birine karşılık vermeye çalıştık. Gözyaşlarımızla!
***
Köln’e gittik sonra. DOM Katedrali önünde... İstasyon’da... Tarihi Cafe Reichard’da oturan Türkler yine çevremizi sardı. Havaalanı’ndaki tablonun tekrarını yaşadık. Ağlayanlar... Ağlayanlar... Ağlayanlar!.. Uğur Dündar ile Yılmaz Özdil‘e sarılıp fotoğraf çektirmekte yarışanlar. Yanaklarını sevecenlikle okşayanlar. Dönüyorum gözleri dolu Yılmaz’ın kulağına fısıldıyorum; "Ayrılık dayanılır gibi değil mi?/ Bize pek mi müthiş geliyor kendi kaderimiz?'' O da bana ''Büyük Şair"le yanıt vermez mi?; "Aynı daldaydık, aynı daldaydık. Aynı daldan düşüp ayrıldık. Aramızda yüz yıllık zaman, yol yüz yıllık.’’ Hepsi de aynı gökyüzü altında bizim insanımızdı..
***
Hagen’de "Halk Arenası" akşamındayız! Belediye’ye ait 2 bin kişilik Stadthalle’deyiz. Salon üç saat önceden dolmuş durumda. Berlin, Frankfurt, Nürnberg, Dortmund, Bochum, Hamburg’dan Avusturya, Belçika, Hollanda, İsviçre’den gelmişler. Atatürklü tişörtleriyle, ellerinde bayraklarıyla "yaban ellerdeki" insanlarımız! Önlem alan Alman "Polizei"lar şaşkın(!) Salonda coşku muhteşem… 2,5 saatlik dopdolu bir program oluyor (Hem de havuzun haber kanallarının dördünün toplamını katlayan izlenme oranıyla). 2 bin kişilik koro ile "İzmir Marşı"nı söylüyoruz.
Bitiyor bir daha... Bir daha!... Herkes gözyaşlarıyla dillendiriyor. "Yaşa Mustafa Kemâl PaşaYaşa"yı. Hasreti "sızıyla’’ taşımış o yürekleriyle!..
***
Program bitiyor. Bırakmıyorlar… Oturuyoruz. Bir yandan çaylar içiliyor tatlı yorgunluğu gideren Ülkenin durumuna oldukça duyarlılar. Son dönemdeki hükümetin hatalı Almanya politikası yüzünden burada çok farklı muameleler görmeye başladıklarından dertleniyorlar. Sahipsizlikten dem vuruyorlar… Ama umudu hep koruduklarını da unutmuyorlar. Aynı cümle çıkıyor ağızlardan: "İyi ki varsınız, iyi ki yanımızdasın!"
***
Otele dönüyorum, kendimle başbaşayım. 60 km.ötedeki Köln’den bisikletiyle Hagen’e gelen Rami Karadeniz’i. Belçika’dan saatlerce direksiyon sallayıp son anda programa yetişen Volkan Basat’ı, Berlinli Aysun Eryılmaz'ı, Stuttgartlı Mustafa Doğan’ı. Mannheimlı Kardiyolog Bilgen Kurt’u, Yenifoça’dan Hagen’e göç etmiş Sevim Durmaz’ı. Eşsiz konukseverlik örneğiyle ağırlayan yöneticiler Erdal Tekin, Şükrü Budak’ı, Ayhan Tok’u. Düşünüyorum tek tek!.. Memleket hasretinin adını ezbere bilenleri. Özlemin, acının üzerine yürüyenleri. Sürgünlerden seslenenleri…
Dolmuştum ben de! Okan Yüksel Ustam'dan da sıkça dinlediğim Orhan Veli’nin şiirini okumaya başladım yüksek sesle; "Ağlasam sesimi duyar mısınız, mısralarımda/ Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma, ellerinizle?/ Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, kelimelerinse kifayetsiz olduğunu/ Bu derde düşmeden önce/ Bir yer var, biliyorum/ Her şeyi söylemek mümkün/ Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum/ Anlatamıyorum.’’ Gözyaşlarımla…