“Aç kapıyı ben geldim!”
“İki sap nergis kopardım
sardım sarmaladım
Karaburun'dan,
Aralık ayının ortasından...”
(Berin TAŞAN)
Ege'nin her yerinin kendine göre güzelliği var. Ama Karaburun'un bidolu özellik ve güzelliği var.
İzmir'in batısında, Urla yarımadasında ilerleyen eski yol ve otoyol Çeşme'ye gider. Yarımadanın belinin iyice inceldiği yerden, yani yaklaşık 50. kilometreden kuzeye saparsak, bir o kadar km sonra Karaburun'a ulaşır. Ama durun, o denli hızlı gitmeyelim.
Karaburun yarımadasına yöneldiğimizde ilk olarak, adı gibi güzel Gülbahçe köyünün içinden geçeriz. Köy mimarisinin eski dokusu büyük ölçüde korunmuştur. Yolun iki tarafında, özellikle doğuda kalan deniz yakasında birçok evler, villalar, siteler kurulmuş ve kurulmaktadır.
Bir dönemeci dönüverince, şamar gibi bir manzara çarpar gözünüze. O koy, Karapınar'dır. On yıllar önce, İzmir'li doğaya ve sanata tutkun dostlar keşfedip, ikincil mekan tutmuşlardı orayı. Rahmetli tiyatro devi Suat Taşer, rahmetli heykeltraş Turgut Pura, turizmci ve tiyatrocu Adnan Altıneş ve Ege'nin üretken yazar ve şairlerinden Nazan Güntürkün... Ne güzel günlerimiz geçmişti orada onlarla.
Tiyatro adamlığının yanı sıra usta bir şair olan Suat Taşer, orada yaşananları, Yeditepe dergisinde “Karapınar Günlüğü” başlığıyla yayınlardı.
Adını, yolun hemen yanıbaşındaki pınardan alan Karapınar, birçok kıyımız gibi beton yığınına döndürüldü maalesef.
Avanos'un girişinde şu satırlar karşılar sizi:
“Kör de bulur Avanos'un yolunu,
Testi bardak kırıklarından bellidir!”
Mordoğan'ın girişinde de şu yazılabilir:
“Mordoğan'a geldiğiniz, nergis kokularından bellidir!”
Karaburun yarımadasının mikrokliması, kendine özgü iklimi var. Bu özel hava koşulları, yöreyi iki üründe rakipsiz kılıyor:
Biri nergis. Hani şu; adını, söylenceye göre, suda gördüğü kendi suretine aşık olup, oradan ayrılmayarak eriyip giden Narkissos'tan alan dünya güzeli çiçek. Söylenceye göre nergis, Narkissos'un erimesi sonucu oluşmuş...
Ege merkez olmak üzere, Marmara'dan Akdeniz'e dek birçok yerde yetişiyor nergis. Ama Karaburun nergisi bir başka. Özellikle kokusu.
Yıllarca önce Karaburun'dan Avrupa'ya ihraç edilmek üzere İstanbul'a nergis sevkedilmiş. İstanbul'daki ihracatçı, nergisleri geri yollamış. Niye biliyor musunuz?
-Nergis doğal olarak bu kadar güzel kokmaz. Herhalde bunlara nergis esansı sürülmüş, diyerek.
Karaburun yarımadasının bir özgün ürünü de, hurma zeytini. Oranınki gibi nefis hurma zeytini, başka yerlerde doğal olarak yetişmediği gibi, laboratuvar koşullarında da elde edilemiyor.
Burada Karaburun yöresi halkının “iyi”liğini önemle vurgulamak gerek. Gerçekten yarımada ve onun merkezi olan ilçe, “Türkiye'nin İsviçre'si” sayılır. Gayet net anımsıyorum:
Burada esnaf, camiye ya da yemek için evine gidince, dükkanının kapısına iskemlesini koymaktan öte önleme gerek duymazdı.
Dahası; yarımadada pek adli vaka görülmezdi. Öyle ki; ilçe merkezine bir cezaevi yapılmıştı ama, buraya konacak mahkum yoktu. Belediye, ilgili makamlara “bu yapıyı otel olarak kullanalım” diye başvurmuştu. Yanılmıyorsam, Karaburun cezaevine başka yerden mahkumlar gönderildi...
Yarımadada bunlardan başka Kaynarpınar, Karareis, Eğlenhoca, Balıklıova, İnecik, Ambarseki, Saip, Bozköy, Yeniliman, Tepeboz, Haseki, Parlak, Salman, Denizgiren, Yaylaköy, Yelentaş ve Gerence gibi irili ufaklı köyler olduğunu belirtmek gerek...
Başta Kaynarpınar, Karaburun, Mordoğan ve Yeniliman olmak üzere yerleşim yerlerinin çoğunda nefis balıkları çok ucuza yiyebilirsiniz.
Tüm bu güzellik ve özellikler, birçok kişiyi “sonradan” Karaburun'lu yaptı. Bunlar arasında Alman Hans, öncelikle akla geliyor. Phillips fabrikasında görevli mühendis olan Hans, birkaç kez kalp krizi geçirmiş. Doktorlar “malulen” emekli ederek, “ömrünün bundan sonrasını, dünyada en çok nereyi beğenirsen orada geçir” demişler. Hans'ta Karaburun'u beğenmiş ve ailesiyle birlikte oraya yerleşmişti. Bu yabancı konuğumuz öylesine meşhur olmuştu ki -ben denedim- “Hans, Karaburun” diye postalanan mektuplar kendisini buluyordu...
Karaburun'u yazlık yaşam için seçen ünlüler arasında, bir süre önce yitirdiğimiz değerli ve aydın din adamımız Mehmet Oruç da vardı. O, Mordoğan'da yaşardı.
Şimdilerde, yurt çapında tanınan akapunktur uzmanı dostumuz Alpaslan Bilen de, bu yörenin yaşanacak yer olduğunu bilenlerden. Serdar Kızık da, Hale Açıkalın da...
Karaburun'da 11 yıl cumhuriyet savcısı olarak görev yapan Berin Taşan ağabeyi de unutmamalı.
Dahası, bu yazıyı, onun, adını yazımızın başlığına ödünç aldığımız ünlü şiiriyle bitirmeli:
AÇ KAPIYI BEN GELDİM
Korka korka değil, usul usul değil
Elim yüreğimde çarpa çarpa geldim
Aç kapıyı bak ne diyeceğim
Bir senin ellerinden, bir senin gözlerinden
Dişlerinden dudaklarından
Nergisler Ocak ayında açtı
Kendimden bahsetmeyeceğim
Yediveren güllerden, duvardan sarkan güllerden
Çocuklardan, sabah erken okula giderlerken
Atlardan bahsedeceğim
Kan ter içinde atlardan.
Aç kapıyı bak ne diyeceğim
Ne kadar küsülü çocuk varsa barıştırdım, oynuyorlar
Tam kırk çeşit sarmaşık gül buldum
Penceremin dibinde açacak.
Ekinleri dolu vurmadı, çekirge gelmedi, kurak olmadı.
Yorgunum demeyeceğim, bir evimiz olsa demeyeceğim
Yüreğim daralıyor demeyeceğim.
Bir baksan gözlerime başını çevirmeyeceksin,
Yürüyüp gitmeyeceksin, elini çekmeyeceksin.
Bir baksan gözlerime
Dağda yakılmış ateşler göreceksin.
Aç kapıyı kim geldi bak
Bak nasıl havalandı güvercin.
Açmam diyemezsin artık,
Aç...