Her sene dörtte birinin görev yerlerini gerekçesiz denetimsiz kararlarla değiştiren, oraya buraya tayin eden Hakimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) karşı hâkim ve savcıları kim savunacak? Kurunun arasında yaşların da yanmasını, iktidarın beğenmediği kararları veren hakimlerin tayin edilerek cezalandırılmasını kim önleyecek? Maalesef hiç kimse! “Onlar da tayin edilmelidirler” deyip geçmeyin. Her bir hâkim tayini, yargıyı ve adalet inancını temelinden sarsar Doğal hâkim ilkesi aksar. Tamamen doğru bile olsa hem tayin edilen hem de yerine tayin edildiği hâkimin bakmakta olduğu davalara müdahale edilmiş olur. Birilerinin istediği yönde karar vermesi için yeni hâkim getirildiği düşünülür. Yargıya ve kararlarına güven ciddi şekilde aşınır. Gücü yeten herkes, lehine karar verecek hâkim arayışına çıkar, HSK’nin ve ona hükmeden siyasilerin kapısı aşındırılır.

Tayin öncesinde mahkemelerde yargılamalar adeta durur. Duruşmalar ertelenir, vadesi gelen kararlar yeni hâkime bırakılır. Gelen hâkim yargılama işlemlerini tekrar eder. Adalet Bakanlığı detaylara inen bir istatistik çalışması yapsa, yargıdaki işlerin birikmesinin ve gecikmelerin önemli bir kısmının hâkim tayinlerinden kaynaklandığı kolayca görülebilir.

Görev süreleri bitmeden, talepte bulunmadan tayin edilemedikleri, yani coğrafi teminata sahip oldukları 1970’ler öncesinde hakimler çok daha saygın idi. Yargıya itimat ve adalet inancı çok daha yüksekti. 1970’lerde coğrafi teminatları kaldırılan hakimler iktidarın insafına bırakıldı ve kötüleşme başladı. Eskiden Adalet Bakanı’nın bile hükmü geçmezken şimdilerde siyasiler, sırtını siyasilere dayayan yeni yetme avukatlar ve dayıları olan sıradan insanlar, hâkimleri top gibi memleketin bir köşesinden başka bir köşesine sürdürebilmekte. “Vereceğim karar birilerinin hoşuna gitmezse” endişesine mahkûm edilen hâkimler vicdanlarında bile bağımlı hale getirilmiş, tarafsızlıkları küçük ve önemsiz davalar dışında hepten kaybettirilmiş bulunmakta.

Hâkim ve savcılarımız bu günlerde HSK’nin kulu gibidir. Onların adeta padişahı olup kararları ise Allah emri gibi tartışılmaz olan HSK’ninbaşkanı Adalet Bakanı, onu da atayan cumhurbaşkanıdır. Haksız karar ve tayinlerine karşı ancak HSK’ye itiraz edebilir, hatanın düzeltilmesi lütfu ihsan edilmesini dileyebilirler. Milletin hakimlerin hakkını savunma isteği, cesareti ve gücü olmadığı, cesur birkaç kanaat önderinin tweet atıp yazı yazmasından başka bir şey yapamadığı ortada. Buna karşın doktorların meslek kuruluşu Türk Tabipleri Birliği‘nin (TTB), avukatların meslek kuruluşu Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) mensuplarını koruma faaliyetleri, sadece Türkiye’de değil dünyada yankılanmakta. Baro başkanları, görevini yapması engellenen avukatların yanında duruşmaya girebilmekte, dışarıda gerekirse mahkemeyi tenkit ve telin edebilmekteler.

Hakimler ve savcıların meslek kuruluşu olan HSK için bunlar hayal bile edilemez. Düşünsenize haksız tayin edilen bir hâkimi savunmak için Adalet Bakanı, başkanı olduğu HSK’yiprotesto eder mi? Esas işlevi hâkim ve savcıların bağımsızlığını korumak, iktidarın nüfuz oluşturmasını önlemek amacıyla İtalya’dakiCSM modelini 1961’de iktibas ederek oluşturulan HSK’yi, hem oluşumunu hem de işlevini eline alarak tam kontrol ederek tam olarak ele geçirmiş olan iktidarın bir üyesi, HSK’ye karşı çıkarak hakimleri korur mu? Asla! Tersine iktidarın ancak beğendiği kararları verenleri koruyup kollamasından başka şey beklenir mi?

Dünyanın her yerinde iktidarlar hâkim ve savcıların kurullarına müdahale ederler, sadece müdahalenin şekli ve derecesi değişir. AB ve Avrupa Komisyonu üyesi ülkelerde de öyledir. Venedik Komisyonu, HSK’nin yönetiminde iktidarın temsilcilerinin azınlık olarak yer almasında pek bir sorun görmez, hastalıklı ve sakatlıklar üreten bu yapıyı Türkiye’ye de tavsiye ederler. Bu sakat anlayışın taraftarları yargı kurullarını kısmen özerklik kazanmış bir iktidar kurumu gibi görürler. Nitekim muhalif altı parti de önerdikleri hâkim kurulunun üyelerinin yarısını TBMM’deki siyasilerin seçmesini önermektedir. Alışılagelen bu düzenin dünyanın en ileri ülkelerinde bile yargıçların topluma hizmet etmekle değil hükmetmekle iştigal etmesine yaradığını ABD Yüksek Mahkemesi’nin kürtajı yasaklayan yeni içtihadı ve Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin OHAL kararnameleri ile ilgili kararları göstermektedir.

Geleneksel yargı kurulu ve HSK yapısının gelebildiği en ileri noktada ortaya çıkardığı derin sorunların çözümü için yenilikçi ve ilerici çözümler gerekmektedir. Kalıcı ve sürdürülebilir çözüm bütün yargı sistemini halka hükmeder olmaktan çıkarıp kaliteli hizmet veren yalın bir organizasyon haline getirmekle mümkündür. Bunun için ise en temelde yargı sisteminde her aktörü ait olduğu yere bağımsız olarak oturtmak, rol, sorumluluk ve yetkilerini açıkça belirlemek şarttır. Hakim ve savcılara da avukatlar gibi kaliteli hizmet üretme yeteneği ve kendilerini koruma yeteneği kazandırılmalıdır. Bunun için HSK’nin yargı hizmetini düzenleme işlevi ile hâkim ve savcıların meslek kurulu olma işlevi birbirinden ayrılmalı, hakim ve savcılar da avukatlar ve noterler gibi kendi meslek kuruluşlarına sahip olmalıdır. Ancak o zaman görevlerini yapmadıklarında hâkim ve savcıları eleştirerek hesap sormak haklı; haksızlığa uğradıklarında arkalarında durarak savunmak mümkün olur.Bu konudaki önerimizi gelecek yazılarımda anlatacağım.