Biraz nefes alıp döneceğim yazmıştım en son sizlere. Döndüm ama nefes alamadım.

Annem ve ailesi ile birlikte her sene birkaç defa toplanırız Muğla’da. Birimiz Antakya’dan, bir kısmımız İzmir’den bir araya geliriz anneanne evimizde. Kuzenler, teyzeler, babalar, enişteler. Şimdi eşlerimiz ve çocuklarımızda eklendi. Bu yıl o kadar çok özledim ki hepsini….  İzne çıkacağım hafta gün saydım. 
Vakit geldi, toplandık bir araya. Şöyle uzun uzun sohbetler edilecek, güzel sofralar kurulacak, akşamüzeri güneşi o çocukluğumun kapısından uğurlayacaktım. 
Ama olmadı. 

Uzun bir sofranın ardından inanılmaz hasta uyandık ertesi sabah annem ve ben. Gözümüzü açamadan yattık. Ardından tüm aile hasta olduk sırayla. Tüm tatil hastanede geçti. Bazı konuşulanları hatırlamıyorum bile. Bazı anlar su içebildiğime sevindim. Salgın olduğu söyleniyor. Hastanede birçok kişi vardı bizim gibi. Salgın olmaması mümkün mü? Yaşayan tek bir yeşil ağaç bırakmadık, denizlerimiz kirlilikten geçilmiyor. Olmaması anormal olurdu.
Yani demem o ki; bazen bir şeyi çok istememek gerekiyor. Ne kadar çok istersen o kadar uzağa gidiyor senden. Karma mı dersiniz, nazar mı, enerji mi bilmem. Tek bildiğim her şeyin bir sebebi var bu evrende. Üst üste duran iki taşın bile. 

Bu yaz artık bitebilir mi?

Bu kadar çok yangının, felaketin, olumsuzluğun yaşandığı başka bir yaz hatırlamıyorum. Ardı ardına yanmayan yer kalmadı. İzmir’de Sarnıç, Menderes, Buca ve Örnekköy. Tek bir yeşil alan kalmadı. Sizde de oluyor mu bazen nefes alamama hissi? Sanki artık nefes alamıyoruz. Kocaman binaların arasında, ağır bir kaos içinde koşturup, evlerimize dönüp aynı günün tekrarına uyanıyoruz. 

Köyde gördüğüm herkes mutluydu mesela. Hepsinin günlük dertleri elbette var ama günün sonunda gökyüzünü görebildikleri, yağmuru izleyebildikleri, hala kapı önünde sohbet edebildikleri bir yaşama sahipler. Tertemiz bir havaya uyanıp, bahçelerinde huzurla günlerini geçiriyorlar. Tam olarak bu yüzden dönmek istiyorum köyüme.  Basit amam mutlu bir hayat mümkün. Ben dönene kadar da beton yığınına dönmeyecek gibi. Çünkü Muğla Büyükşehir Belediyesi bu konuda şahane işler yapıyor. Yapılan her evin ve inşaatın takibini yapıp, doğal yapıyı bozacak tek bir çiviye bile izin vermiyorlar. Çok sevindim. Evet prosedür zordur fakat ancak böyle koruyabiliriz köylerimizi. 

Nasıl bu hale geldik?

Her gün bir yenisini okuyoruz kadın cinayetlerinin. En son bir video düştü önümüze sosyal medya hesaplarımızda. Hamile bir kadın eşi tarafından dakikalarca sokağın ortasında dövüldü. Videonun neresinden tutarsan tut elimizde kaldı. Kadını kimse kurtarmadı ya da kurtarmaya cesaret edemedi. Çünkü o adam kalkıp müdahale eden birini öldürebilirdi. Güvensiz, tehlikeli bir hal aldı hayatlarımız. Tanık olduğumuz hiçbir zorbalığa müdahale etme cesaretimiz kalmadı. Ancak o adamdan daha zorba biri olsaydı orada araya girip kadını kurtarabilirdi. O da biz değiliz. Kibarlığın, anlayışın, şefkatin negatif sonuçlandığı, hapse girebileceğimiz hatta hayatımızı kaybedeceğimiz bir çağda dımdızlak kaldık ortada. Deli deli koşuşturup duruyoruz. 

Video sonrası mahalleli ile yapılan röportajlar aslında daha acıydı. Bir adam; ‘’kadın küfür ediyordu, adam haklıydı. Zaten hep araları böyleymiş. Alışmış o’’ dedi. Öfkelendim ama daha çok kalbim acıdı. Küfür etmek ya da herhangi bir başka sebep dayak yemek hatta öldürülmek için yeterli. Tam olarak bahsettiğimiz, korktuğumuz zihniyet. Her gün onlarca kadın hayatını kaybederken bu ülkede daha gidilecek çok yolumuz var. Ben görebilir miyim bilmiyorum ama umarım evlatlarımıza daha yaşanır bir hayat, daha aydın bir zihniyet bırakabiliriz.