Bir sabaha uyansak ve içinde bu yaşadıklarımızın hiçbiri olmasa. Perdenin rüzgârdan hafif aralandığı, bahara artık sayılı günlerin kaldığı, tek kaygımızın sokakta ne kadar daha kalabileceğimiz olduğu günlere dönsek.  O tanıdık koku gelse burnumuza. İçimize o tarifi olmayan huzur dolsa. Mutfağa koşup, annemizin yaptığı sıcak pişilerden atıştırıp o gün ne kadar oyun oynayabileceğimizi hayal etsek.

Bizim yaşlarımızda dünyanın başka ülkelerinde yaşayan insanların başka başka hayalleri var. Hepsi anı yaşıyor. Şu an yaşadıkları hayatta mutlular, yarın ile ilgili hayalleri var. Ama bizler öyle bir hale geldik ki yıllardır mutsuzuz. Yıllardır bu vatan topraklarında üzülüyoruz. Her sabah başka bir felakete uyanıyoruz. Ülkede mutlu olan sayılı bir kesim var. Diğerlerinin her anı yaşam kavgası, gelecek kaygısı. 

Aile kurmaktan vazgeçenler, böyle bir hayata çocuk dünyaya getirmek istemeyen bir nesil olarak sıkıştık kaldık. Yarını göremiyoruz. Sürekli özlediğimiz o eski, çocukken içimizi huzurla dolduran günler.

Öyle mutsuz edildik ve ediliyoruz ki yıllardır artık sadece o en korunaklı halimize dönüp orada kalmak tek özlemimiz. 

Bilim adamları araştırma yapsa ülkede, bu zamana kadar nasıl geldiğimize inanmazlar. Öyle de dirayetliyiz. 

Kurallara uymanın, hukukun üstünlüğüne inanarak yaşamanın, insan hayatına, hayvanların hakkına, doğada canlı ne varsa sevip, bu uğurda aç susuz kalanların, tutuklananların olduğu bugünler geçecek. Biliyorum geçecek. Biz hangi yaşta oluruz bilmiyorum ama mutlaka göreceğiz o güzel günleri…

Ne demiş şair; 
‘’Bekle kar altında kalan buğday tanesi
Yine onun sularıyla yeşereceksin.
Gözyaşların çare değil ağlama büyü,
Başını dik tutabilirsen boy vereceksin.

Her yanında allı morlu,
Güller açar türlü türlü.
Bu fırtına dünden belli
Baş edeceksin! ’’