“İnsan fırsatların gelmesini bekler, fırsatlar da insanın gelmesini… Fırsatlar bekler, insanlar bekler, kazanan hep ‘mazeret’ olur.” Paulo Coelho.

Çok okunan yazarlardan Latin Amerikalı Coelho, mazeret üretmenin formülünü yazmış aslında… Kısaca, çalışmazsan, üretmezsen elinde sadece mazeret kalır diyor.

Ancak ve ne var ki, hayatımıza dokunan ve mazeret yerine, deliler gibi iş, hizmet ve eser üreten binler de yok değil; mazeret’e karşı savaş kazanan cesur yürekliler de var dünyamızda…

İşte onlardan biri; Altınordu efsanesinin tekrar solumasına destek olan, gemilerdeki grandi direği gibi, ekibinin başında mağrur ve dimdik, tüm rüzgârlara karşı direnen yelkenlerini büyük bir güç ile taşıyan teknik adam Hüseyin Eroğlu…

Aslında anlatılacak çok şey var ama, biz filmi biraz geriye saralım, şöyle on beş yıl kadar geriye;

Anımsayalım; ilçenin, simgesi üzüm salkımlı bezenmiş, sarı lacivert formaları kuşanan Bucaspor, tarihinde ilk kez ve hızlı adımlarla Süper Lig oynamaya hak kazanmıştı. Yıl 2010, tam on iki yıl önce… Ama Bucaspor’un bu denli hızlı olarak Süper Lige çıkışı ve 1. Ligdeki hemen ilk yılında Süper Lige yükselmesi, asla ve asla bir tesadüf değildi. Bucaspor enerjisinin yaratıcıları ki, esnaflar, taraftar grupları, ilçenin önde gelenleri, kamu yöneticileri ve iş adamları, tarihte örmeğine az rastlanır şekilde bir araya gelmişler ve inanılması güç bir enerji birliği yapmışlardı.

Ancak, bu yükselişe sebep, unutulmaması gereken etkenlerden biri de, Bucaspor’un alt yapısına yapılan müdahalelerdi. Sadece dışarıdan alıp oynatmakla değil, özvarlıklarını da oyuna ortak ederek başarının geleceğine inanan bir grup idealist ki, hakkını teslim etmeli, Seyit Mehmet Özkan, altyapısal anlamda planlarını birer birer, Bucaspor bünyesinde hayata geçiriyordu. Ve yetmiyor, bir de Buca Akademi adında bir altyapı formu da oluşturuyordu.

Elbet ki, tüm bu altyapı çalışmalarında yalnız değildi; yanında onlarca altyapılarda görev alan antrenör ve teknik çalışan ve/veya danışan da kendisine destek oluyor, kimi zaman tüm vücutlarını taşın altına koyarak görev alıyorlardı. Fikir ayrılıkları ve/veya çatışmalar da yaşanıyordu muhtemelen bu altyapı organizasyonunda… Çünkü, teknik çalışanlar, değişik süre ve tarihlerde görevlerinden ayrılıyor ya da görevlerinden alınıyorlardı. Veya başka sebeplerle devam etmiyorlardı.

Ancak bir kişi, bir aslan yürekli yiğit, ısrarla ve tüm zorluklara göğüs gererek ve inatla, görevine devam ediyor, Bucaspor futbol A Takımına oyuncu yetişebilmesi için gerekli tüm şartları zorluyordu. Sonra, araya giren maddi anlaşmazlıklar, alışagelmiş yapılardan farklı bir altyapı formatı olan Akademi ile Bucaspor arasındaki yolların kapanmasına, köprülerin yıkılmasına sebep oluyor ve Seyit Mehmet Özkan, her şeyi bir kenara bırakarak, benzer yapılanmayı Altınordu Kulübüne teklif olarak götürüyordu.

Altınordu’da yapılan genel kurul neticesinde, şirketleşme kararı alınıyor ve futbol şubesinin yarışmacı haklarının kurulacak şirketçe yönetilmesine çıkan izin ile Türk Futbolu için yepyeni bir sayfa açılıyordu aslında, diğer kulüplere de örnek olabilecek…

Kahramanımız mı? Evet, O da, beş yılını geçirdiği Bucaspor altyapısından, yeni projeye, Altınordu’ya doğru yelken açan gemide yer alıyordu ki, ana direği olarak!

Ve Altınordu’da geçirdiği on yıl, O’nu hem pişiriyor, hem de inanılması güç dolulukta bir bilgi zırhıyla donatıyordu. Cenk meydanlarına beyaz atının üzerinde dörtnala koşa gelen ve gümüş zırhıyla parıldayan bir savaşçı komutan edasıyla, takımının başında başarıdan başarıya koşacaktı bu on yılda… Futbolumuzda, türüne az rastlanır okunası bir öykü ile bizleri karşı karşıya bırakan teknik adam Hüseyin Eroğlu, 3. Ligde dümenine geçtiği Altınordu’yu, bir omuzluyordu ki; oluşum felsefesi gereği yabancı futbolcu oynatmadan ve ağırlıklı olarak altyapıdan yetişen gençlerle, Süper Ligin kapısından dönüyordu Altınordu… Altyapıdan yetişerek, milli takımlarda forma giyme başarısı gösteren, büyük takım ve liglere transfer olan onlarca futbolcu da cabası… Unutmadan; on yıl, kesintisiz olarak profesyonel bir takımda teknik adamlık görevini icrası da, ülkemiz için bir rekor sanıyorum!

Her hikâyenin bir sonu var; Altınordu ve Seyit Mehmet Özkan’ın birlikte yazdıkları hikâye son erer mi, ya da ne zaman erer, daha ne kadar sürer bilemiyorum! Ancak, Hüseyin Eroğlu’nun, Altınordu’nun başında geçirdiği on yıllık hikâyesi mutlu son ile sona erdi.

Geride, başarılarla ve üretilen iş, emek, eserler ile dolu bir on yıl bıraktı Eroğlu. Mazeret mi? O’nun meşrebinde yok öyle bir kelime… Yolun sonuna dek açık olsun Hüseyin Eroğlu; nice başarılarla dolu hikâyelere…

Dipnot; “Taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir.” Latin Atasözü.