5-6 yaşlarında bir oğlan çocuğu...
Saçlarını afilli bir şekilde yandan ayırmış, aynalı gözlükleriyle etrafı süzüyor.
Gülerken, henüz dökülmüş eksik dişi güzel yüzüne mükemmel bir sevimlilik katmış...
Etrafına müthiş bir enerji saçmış durumda.
Pazara gelen herkes bu sevimli oğlana bakıp gülüyor.
O da sempatisinin farkında ve şımardıkça şımarıyor...
Oradan oraya koşuyor, gülüyor eğleniyor...
Gök gürülütüsünü andıran bir ses bir anda bu ortamı bozuyor...
“Koşturup durma, otur oturduğun yerde...”
Neye uğradığını şaşıran çocuk, pazarcı olan dedesinin arkasına sığınıyor.
Korkmuş ve pısmış bir şekilde bir daha yerinden kalkmıyor.
Bu olaya Güzelbahçe Pazarı'nda tanık oldum.
Sevimli çocuğun dedesinin, arkadaşı olduğunu tahmin ettiğim otoriter ihtiyar adam ise sözünün dinlenmiş olmasından çok memnun görünüyordu.
Görülüyor ki; siyaset ortamında var olan ve temeli korkutmaya dayalı kültür, aniden ortaya çıkmış değil.
Bizim kültürümüzde böyle şeyler var.
“Höt zötle toplum dizayn edilmez” diyoruz ama yakın çevremizde buna benzer olaylar yaşıyoruz. Özellikle eski kuşak, bu durumdan pek rahatsız değil.
Babasından aldığı otoriteyi, oğluna aktarmakta bir sakınca görmüyor.
Mesela; çocuğu azarlayan ve çocuğun bütün nerjisini yok eden, korkup sinmesini sağlayan yaşlı adam, büyük ihtimalle çocuğun ne hissettiğinin farkında bile değildir.
Öyle görmüş öyle gidiyor...
Ama devran döndü.
Yeni nesil, öyle bağırma çağırmayla zaptedilecek gibi görünmüyor.
En pısırık en miskin bir çocuk bile, şaşırtıcı bir tepki koyabiliyor.
Siyasetçiler de bunu fark etti...
Seçimler sırasında “gençler benim kankim” lafını hatırlamışsınızdır.
Nazım Hikmet'in “Ben babamdan ileri oğlum benden ileri...” diye bir sözü var.
Aslında öyle olmak da zorunda.
Öyle olmazsa; gelişen bir toplum yaratmak çok zor, hatta imkansız.