“Selamın geçiyor besbelli
Yeşerdi telgraf direkleri”
(Niyazi Akıncıoğlu)
**
“Bodrum'un Demircan Çarşısı'nda
Bir incir ağacıyla dostluk kurdum
Ayrılana dek bu dilberi seyrettim
Seyrettim durdum”
(Halim Şefik Güzelson)
Bir gün, Balıkçı Baba (Halikarnas Balıkçısı), durup durmazken:
-Tarih, üç büyük şair yazmıştır, dedi.
Ben -huyum kurumasın- adlarını söylemesini bekledim. O:
-Homeros bir, Dante iki, dedi ve sustu.
“Olur mu Balıkçı, üç demiştin, hani üçüncüsü?” demedim elbette. Söyleyecek olsa, kendisi söylerdi.
İyi ki sormamışım.
O gün bugündür, bu saymacayı kullanırım. Öyle değil mi ama? İsteyen kendi şairini koysun üçüncü sıraya...
Ama ben bu yazımda, pek kadri bilinmemiş iki güzide şairimizi anıp anımsatmak niyetindeyim.
Şöyle bir anektodla başlayayım:
“Şiirin Şovmeni”, cana yakın Sunay Akın, yüzlerce kişiye konuşuyor. Kalabalık, her tümcesinden yeni bir şey öğreniyor Sunay kardeşimin. Bir ara aynen şöyle söylüyor:
-Şimdi bir şairden söz edeceğim. Çoğunuz adını bile duymamışınızdır. Hele soyadını, 70 milyonluk Türkiye'de 70 kişi bilir mi, bilmem: Halim Şefik...
Ben, gayet sakin; “Bunu bilmeyecek ne var?” gibisinden:
-Güzelson, deyiveriyorum.
Sunay'da bir şaşkınlık. Elini gözlerine şemsiper yaparak:
-Kim söyledi onu, diyor; “Yoksa aranızda Şadan Gökovalı mı var?”
Cevabın benden çıktığını anlayınca şu parıltılı söz dökülüyor ağzından:
-Ben, “Şadan Gökovalı bilmez” demedim ki, “herkes bilmez” dedim.
“Söz büyücüsü” Sunay Akın, Halim Şefik'i olabileceği kadar kısa sürede, olabileceği kadar güzel anlattı.
Türk gülme yazınının uluslararası anıtı Aziz Nesin'in; “Kitapçı Halim'in romanını yazamazsam, çok yazık, çok” dediği bir meçhul askerdi Halim Şefik.
Girip çıkmadık iş bırakmadıktan sonra, “satmaya kıyamadığı” kitapları satarak geçimini sağlamaya çalışmıştı. Hem de nasıl ve nerelerde? Kitapları kucağına alıp, meyhane meyhane dolaşarak. Orhan Veli'lerin, Oktay Rifat'ların, Melih Cevdet'lerin uğraş kardeşiydi o. Edebiyat çevrelerinde daha çok “Otopsi Şairi” diye anılırdı. Nedenine gelince:
Ankara'da, belediyenin açık bıraktığı çukura düştüğü için ölen Orhan Veli'nin cesedini, otopsi yapıldıktan sonra morgda görmüştü. Görmekle kalmamış, “Otopsi” isimli bir şiir yazmış ve tek şiir kitabına da bu adı vermişti.
OTOPSİ
-Orhan Veli'ye Ağıt-
Morgda açılınca kafatası
Doktor beyler beyin gördüler
İndirince ten kafesine neşteri
Doktor beyler yürek gördüler
Yürekte ne gördüler derseniz
Yürekte memleket gördüler
Dünya gördüler
Bir de dost gördüler
Ama bu işte doktor beyler
Doğrusu geç kaldılar
Çok geç kaldılar.
AKINCIOĞLU
Yaşı -benim gibi- “orta genç” ve yazın dergilerine meraklı olanlar, dize sihirbazı Attila İlhan'ın yönettiği “Milliyet Sanat” dergisini akıllarından düşürmemiş olsalar gerek. Attila ağabey, bazen, “Gelecek sayımızda Niyazi Akıncıoğlu'nun 'EDİRNE' şiirini yayınlayacağız” şeklinde anons yapardı. Bazı sayılarda da, aynı şairin “Bursa” şiirinin yayınlanacağı ilan edilirdi. Doğrusu bizler, Milliyet Sanat'ın o sayısını, Rüştü Onur'un Zonguldak Limanı'nda, İstanbul'dan gelecek dergileri beklediği gibi beklerdik. Balıkçı gibi, Sabahattin Ali gibi, daha nice yüksek kalite kalem erbabımız gibi çok çektirmiştik Niyazi Akıncıoğlu'na. Yayınlanacak kitabına “Kuş Kanadından” adını uygun gördüğünü, kendi el yazısıyla açıklamıştı.
Akıncıoğlu şiirlerini Ömer Can ve Hüseyin Atabaş adlı iki arkadaş toparlayıp, kitap olarak yayınladı (1985). Ne var ki; bu iki emekçi, derledikleri bu kitaba, güzelim “Kuş Kanadından” adı dururken “Umut Şiirleri” demeyi tercih etti! Bence kitap, belki de biraz gözden kaçtı. Yine de Asım Bezirci gibi Mehmet Kemal gibi, Oktay Akbal gibi bazı edebiyat kuyumcuları, o kitap vesilesiyle Niyazi Akıncıoğlu'nu şiir severlere anımsattılar. Nazım Hikmet'in izinden yürüyen şairin, içlerinde yürek çarpan şiirlerini yaklaşık 200 sayfada bize Kırklareli'nden bir sap ay çiçeği gibi bize sunmuş oldular.
1919 doğumlu olan M. Niyazi Akıncıoğlu'nun 1938'de Bursa'da “Haykırışlar” adında küçük bir kitap yayınladığını biliyoruz. Hapiste çokça yatan, fırsat buldukça avukatlık yapan M. Niyazi Akıncıoğlu 1 Şubat 1979'da, dünyamızdan sessizce ayrıldı.
Ölümünün üzerinden yaklaşık 40 yıl geçmişken, ondan bir selam niyetine, bir şiirinin bir bölümünü aktarayım:
MUTLUCA ŞİİR
“Yeni doğmuş gibiyiz,
kitaplarımız, defterlerimiz yeni
Dünya eski bile olsa,
gün aynı günse de
bacamız tüter
testilerimiz dolu.
....
Yağmur renkli yağar,
gönlümce eser rüzgar;
Çinimaçin'den öte masal bilirim.
Kızları çeyizler gelin ederim,
Kırk gün – kırk gece düğünlerinde;
ve çocuklar büyür nar güzelliğinde.”
M. Niyazi Akıncıoğlu
(Türkiye Yazıları, Nisan 1977)