“Dağlar kanatlıydı eskiden.
Canları çektikçe kalkar,
canlarının çektiği yere konarlardı.
Dağların böyle kalkıp konmaları
Toprak Ana'nın canını yakıyor, acıtıyordu.
Sonunda Tanrı acıdı da Toprak Ana'ya;
Dağların kanatlarını kesti;
dağların kopan kanatları bulut oldu!
Bundandır bulutların dağlara dağlara koşması!”

(Şadan Gökovalı)

-Bu ilahlar 3 bin yıldır burada uyuyordu. Biz onların rahatını bozduk. Felaketimiz olacak!..
Kahta'nın kuş uçar, kervan geçmez Horik köyünden, pos bıyıklı, potur pantolonlu, yüzü rüzgar yanığı Mehmet Yetkin'in gür sesi, Nemrut'tan Akdağ kayalıklarına çarpıp, geri döndü. Mehmet, Horik'te bir yılda kazanamayacağı parayı, Nemrut'ta bir ayda alacaktı ama, para pul yoktu gözünde. Kepeneğini omzuna iyice yerleştirdi; 2 bin 100 metreden, köyüne doğru yöneldi.
Kazı Kurulu Başkanı Prof. Dr. Theresa Goel, bir yandan Mehmet'i alıkoymaya yeltenirken, bir yandan kuşkuya kapıldı:
-Bu Türk köylüsünün sözünde gerçek payı olabilir mi acaba?
Baksanıza; bulutlar Eski Kahta'dan doğru yükseliyor, Gerger'in seması suratını karattıkça karartıyordu. Üstelik; taa Karakuş Tümülüsünden, Cendere Köprüsünden; Dutluca, Narince, Tütenocak mezralarından, Matadorun muletasına (boğayı kızdırmak için sallanılan kırmızı bez) saldıran boğalar gibi bulutlar tırmanıyordu Nemrut'a. Doğanın böğürmesi, kulak zarlarını patlatacak gibiydi...
Sorasınız gelir:
Kimdir, Güneydoğu Toros'ların 2 bin 100 metre yükseklikteki doruğunun üstüne, orta yörüklerinin keçe külahı gibi 50 metre yüksekliğindeki tümülüsün (tepe mezarın) altında yatan? Kimlerdir bu tahtlarda oturan yarı Pers / yarı Hellen görünüşlü tanrılar?
Bu gizemli doruktaki sıradışı yapay tepe ve onun iki yakasındaki tanrısal yontular öteden beri ilgisini çekmişti yöre halkının ve buna değgin söylenceler uydurulmasına yol açmıştı.
Neymiş efendim?
“Nemrut” adlı bir zorba, Hz. İbrahim'i yaktırmak için koca dağlar yumrusunca odun yığdurmış... Bereket Allah:
-Ateş, onu yakma! diye buyurmuş...
Hemencecik yağmur yağmış, odun ve köseğiler (ucu yanık odunlar) balığa dönüşmüş. İşte, Urfa'daki Balıklı Göl'de yüzen balıklar bunlarmış.
Tek bu söylence olsa neyse ne; bir de zorba Nemrut, -tövbe estağfurulla- kendisini yüce Allah'tan bile üstün görüyormuş. Öyle ki; işte bu zirveye çıkmış; iki kolunu yana açıp yukarı kaldırarak:
-Ben senden büyüğüm!.. diye ünlemiş.
Allah bu hadsize haddini bildirmez mi? Gökten taş yağdırmış.
İşte bu yığın (tümülüs) bu taşlarmış ve altında Nemrut yatıyormuş...
İşin aslı böyle mi acaba?
Bir tümcede özetlersek; burası, Kommagene Kralı Antiokhos'un “kutsal son istirahat yeri”, özel adıyla “Hieretesion”. Dünyada bir örneği bulunmayan, görenler, hayret ve hayranlık içinde bırakan; bu özelliği dolayısıyla 1987 yılında “UNESCO Dünya Mirası” listesinde yer alan mekandan bahsediyorum.
“Mezopotamya” ya da Arapçası ise “Aram nakaraim”, “İki Irmak Arası” demek; bu iki ırmak, bizim Leyla ile Mecnun'u andıran Dicle ve Fırat nehirleri. Dünya literatüründe “Verimli Hilal” diye adlandırılan bölgenin kuzey kısmına “Yukarı Mezopotamya” deniliyor. İşte; “gündüz gün ışığında, gece ay ışığında gümüş bir yılan gibi akıp giden” Fırat'ın suladığı topraklara ve Toros Sıradağlarının geçitlerine sahip yörede, Sıfırdan Önce Birinci ve Sıfırdan Sonra Birinci yüzyıllar arası Kommagene Krallığı hüküm sürüyordu.
Asal başkenti Samosata (Adıyaman /Samsat), yazlık başkenti Arsameia (Eski Kahta) olan bu küçük ama zengin ülke, Helen ve Pers uygarlıkları arasındaydı. İki komşu ile iyi geçinmek arzusuyla, kendisini onların soyundan gösterip, her ikisinin de tanrılarını birleştirerek benimsemişlerdi.
Tarih sahnesinde Milattan Önce 163 ile Milattan Sonra 72 yılları arasında gün gören Kommagene Krallığı, silinmez izler bırakmış.
Bunlar arasında Eski Kahta'daki Arsemaia kenti, buradaki Dexiosis (Tanrı-Kral tokaşması), şaşkınlık uyandırıcı dehlizler, muhteşem Cendere Köprüsü ve en önemlisi, 2 bin 100 metre yüksekliğe eklenmiş 50 metrelik tümülüs. Anadolu bir tümülüsler cenneti; Salihli yakınlarında “Bin Tepeler” denilen 100'e yakın yığma tepe, Bergama'da, Gordion'da da görkemli tümülüsler var. Bunlara ben, “Girilmesi, girilirse çıkılması zor mezarlar” diyorum. Başka bir yaklaşımla, Mısır'ın piramitleri neyse, ülkemizdeki tümülüsler o.
Nemrut Tümülüsünün doğu terasında, piramidal ateş altları ve kolosal (olağandan iri) tanrılar, bir kral ile hayvan heykelleri bulunuyor. Bu “Tanrılar tahtları”, aynı şekilde batı terasında yer alıyor. Gizem bunlarla da bitmiyor; batı terasında, yeşil grelere (kum taşlarına) işlenmiş kabartmalar görülüyor. Bunlardan birisi, dünyanın en eski horoskobu. “Horoskop” nedir diye sorarsanız: Bu, eskilerin “Zayiçe” dediği, bazı yıldızların yörüngelerini gösteren çizelge. Kommagenelilerin, 2 bin yıl önce bu üstün astronomi bilgisine nasıl eriştiklerine hayret ediliyor.
An itibarıyla yazısını okumakta olduğunuz “Türkiye Rehberi”, Şadan Gökovalı, Kommagene ve Nemrut konusunda, çeşitli dillerde yayınlanmış iki kitaba imza atmıştır. Demem şu ki; ayrıntı, köşe yazısına sığmaz. En iyisi bu, dünyanın göz bebeği tarihsel mekanı yaptıran Kommagene Kralı Antiokhos'u dinlemek. Kendisi, yaklaşık 8 metre (demek ki, beş insan boyu) yüksekliğindeki heykellerin arkasındaki yazıtlarla sesleniyor bize:
(DAVUDİ/EKOLU SESLE OKUYUN) “Kral, Büyük Kral, Tanrısal, Adil, Helenleri ve Persleri seven, Anasına tutkun Kommagene Kralı, Ben Büyük Kral Antiokhos Epifanes! Bu kutsal yeri ben yaptırdım; Doğumumun ve tahta çıkışımın ay ve yıl dönümlerinde halkım burada toplansın ve beni hayırlı yad etsin diye yaptırdım. İçime doğan şeyleri olağanüstü çabalarla gerçekleştirdim.
İşte, sırayla tanrıya ben Antiokhos, ülkemin bereket saçan Ana Tanrıçası Fortuna Kommagene, Helenlerin ve Perslerin Baştanrısı Zeus Ahuramazda, Helenlerin Apollon ve Helios'u ile Perslerin Mithras'ını birleştiren Güneş Tanrısı Apollo-Mithras-Helios ile Heeakles Antagnes. Bu Helen ve Pers tanrılarının arasına, onlara benzer kendi yontumu koydurdum. Ben Kral, anasını seven Antiokhos Epifanes. İçime doğan şeyleri olağanüstü çabayla gerçekleştirdim; mutlu uzun ömrümün sonunda vücudum kutsal, göksel cennette olacak...”
Aziz okuyucu; olmadı bu yazı.
Bir kez daha anladım ki; gerçek güzeli, modern dünyada bile herkesi hayret ve hayranlık içinde bırakan tarih ve kültür hazinesini bir yazıda ne kadar anlatmaya çalışırsan çalış; yetersiz kalıyor. Bu durumda size iki yol göstermekten başka çare göremiyorum:
Bir: Benim İngilizce, Fransızca ve Almanca olarak yayınlanmış “KOMMAGENE and NEMRUT” kitabımı bulup okumaya çalışın.
İki: Daha da geçerlisi, sertifikalı bir Türkiye rehberi eşliğinde gidip görün Nemrut ve dolaylarını
... Bir rehber uya/ricası daha:
Gitmişken mutlaka ama mutlaka, Nemrut doruğundan güneşin doğuşunu ve/veya batışını seyretme şansı yaratın kendinize..
İyi okumalar, iyi turlar...
Yazgımız sizi, bizi, ülkemizi çağdaş Nemrut'lardan esirgesin!..