İncecik otlar vardır, toprakları yararda çıkar yeryüzüne.
Topraktan ve saldığı köklerden alır kayaları çatlatan gücünü.
İnsanlar vardır ölümsüzlüğü sırtlamış kuvva-i milliyeden alır gücünü.
Ölmek nedir / yaşadım diyebilmektir / ya yaşamak / ölebilmektir çırılçıplak orta yerinde yaşamın…
Ne soylu yüce bir ölümdür, öldüğü yere bir kök sümbül ve usulca sevdalar bırakmak.
Öldüğü yere bir kök sümbül ve usulca sevdalar bırakacak yiğitler kuvva-i milliyeciler, askerler 26 Ağustos’ta yaşadım diyebilmek için ölüme koştular.
Ölüm onlar için söylenecek son söz değil, yeniden söylenecek bir türkü gibi güzel, bir destan gibi umutlu.
Bu türkü, bu destan bir vatan, bir özgürlük, bir kurtuluş, bir bayraktı ve bu kavgaya sevdalanmışlardı.
Onlar ölümü güzel kılmışlar, yaşanılası bir ülke bırakmışlardı.
Dünyanın emperyal güçlerine karşı yoktan bir ordu yaratan Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının 30 Ağustos zaferi ve 9 Eylül de İzmir’e kavuşmanın sevinciyle çağdaş ve uygar toplumlar düzeyine erişme yolundaki Türkiye’de artık bağnazlığın ve faşizmin ayak sesleri duyulmaktadır.
Eğitim düzeyinde en geri kalmış ülkeler arasında bulunan, demokrasinin esamesinin okunmadığı, parlamentonun işlevinin sona erdirildiği, hukuk ve adalet sisteminin çökertildiği, basın yayın organlarının teslim alındığı, kadın cinayetlerinin arttığı, ormanlarının yakıldığı, fabrikalarının peşkeş çekildiği, ekonomik yönden batmış bir ülke haline gelen Türkiye’de demokratik mücadelede başarıya ulaşmak ‘kanla irfanla kurulan cumhuriyet’i korumak için ayağa kalkmak gerekiyor.
Diyalektiğin sonucudur; Sen ayağa kalkmazsan karşındaki büyük görünür.
Kadınlarımız için, çocuklarımız için, ormanlarımız için, vatan toprakları için, demokrasi için, cumhuriyet için ayağa kalkmak gerekiyor.
Aydınlık ve güzel bir Türkiye için, çağdaş bir ülke için, özgür bir ülke için, faşizmin ayak seslerine karşı durmak için, haydi kalkın ayağa incecik otlar…
Toprakları yarın çıkın yeryüzüne…