“Öykü, bir oturumluk romandır.”
(Halikarnas Balıkçısı)
Derslerimde, radyo-TV programlarımda, tur ve söyleşilerimde, söylencelerin yanı sıra öyküler anlattığım olur. Anlattıklarımı, yıllar sonra bana anımsatanlar çok olmuştur.
Bu bağlamda bana sıkça sorulan bir soru vardır:
-Bunca öyküyü nasıl aklında tutuyorsun?
Hemen belirteyim: Moto mot (sözcük sözcük) diye ezberlemem söz konusu olamaz; şiir mi ki dize, sözcük şaşmasın?
Okurken öykünün kurgusu, baş kahramanları ve can alıcı tümceleri aklıma yerleşir. Mehtapta, Dünyanın göremediğimiz yerlerini imgelemimizde güzel olarak doldurmamız gibi; öykünün ayrıntılarını, dinleyici düzeyine ya da bu anlatı için ayrılan süreye göre tamamlarım.
Söylenceden bir örnek verecek olursam; Efes'li Xenephon'un “Habrokoms ile Antiya” aşk öyküsünü bir rehber kursunda bir derste, kapsamlı söylence kitabımda 50 sayfada anlattığım gibi; zaman ve sayfa sayısına göre 15 dakikada anlattığım olmuştur.
Yine benim, eğitimle ilgili bir yaklaşımım var:
“Duyarım unuturum, okurum unuturum, yaparım öğrenirim.”
Bu yazıda, benzer bir uygulama yapma niyetindeyim.
Çeşitli vesilelerle söylemiş, yazmışımdır: Belleğimde ve belgeliğimde adını öne koyduğum yazar ve öyküler vardır:
Boccacio'nun “Dekameron”u, “Bin Bir Gece Masalları”, Dede Korkut öyküleri, Sabahattin Ali'nin öyküleri, Halikarnas Balıkçısı'nın öyküleri, Borges'in öyküleri gibi.
Bir de, XX. YY. İtalyan öykü dahisi Dino Buzzati'nin öyküleri var.
Üstadın “Tatar Çölü”, “Tanrı'yı Gören Köpek”, “Bir Aşk”, “Ayıların Meşhur Sicilya Baskını”, “Dağların Adamı Barnabo”, “Yaşlı Ormanın Gizemi” gibi roman ve öykülerinin yanı sıra, İtalya'nın en büyük edebiyat ödülünü kazanmış olan “Klinik Bir Olay” gibi tiyatro oyunları bilinir. Aynı zamanda gazeteci ve şair yönüyle üne kavuşmuş olan Buzzati (Butzati okunur) 16 Ekim 1906'da doğmuş, 28 Ocak 1972'de ölmüştür.
Benim ele alacağım öyküsü, “Büyülü Öyküler” kitabından.
Diplomat İhsan Akay tarafından Türkçeye kazandırılan kitapta 16 (büyüleyici) öykü var. Hepsi birbirinden ilginç olan bu öykülerden Il Combre'yi (Kara Balık) işleyeceğim.
Kitapta 10 sayfadan fazla yer tutan bu öyküyü bir gazete yazısına sığdırmaya çalışacağım. (NOT: Ben bu öyküyü yaklaşık 40 yıl önce okudum, sanırım en son 10 yıl kadar önce anlattım.)
Şah Stefano 14 yaşını doldurduğunda babası:
-Oğlum, dedi, “artık geleceğine yön verecek çağa geldin. Söyle bakalım, hangi mesleği seçmek istiyorsun?”
Stefano:
-Saygıdeğer babacığım, eğer sen de onaylarsan, senin gibi gemici olmak isterim.
Baba:
-Tanrı sana ne kadar ömür biçmişse, o kadarını yaşa hayırlısıyla. Bu kadarını ben de uygun buluyorum. Güzel bir rastlantı: Birkaç ay sonra, çok uzun ve kazançlı bir sefere çıkacağız. Hazırlıklı ol!
Delikanlı için bundan da sevindirici muştu olamazdı. O günden sonra, limana inip gemilerin hareketlerine, gemicilerin konuşmalarına dikkat kesildi. Hareketleri, sözleri unutmamacasına aklına yerleştiriyordu.
Hazırlıklar tamam kılındı ve o mutlu hareket günü geldi çattı. Stefano'nun görkemli gemisi, limanda kalanların coşkulu alkışları ve iyi temennileriyle yelken bastı.
Stefano, denizciliğe büyük bir hevesle sarılmıştı. Çarkçıbaşından tayfasına kadar herkesi izliyor, bunları kendisi yapmaya çalışıyordu. Bu arada kendisinden kıdemli yamakların verdiği ufak tefek işleri de yapıyordu.
Birkaç gün sonra, gemiden kara, karadan bu gemi görünmez oldu. Son derece kıymetli ticaret malıyla yüklü gemi, Mare Nostrum'un (Akdeniz) şarap renkli sularında martı gibi süzülüyordu. Bir gün Stefano, geminin ardında bıraktığı köpükleri seyrederken, birkaç gomina (bir deniz milinin onda biri, yaklaşık 185 m) geride simsiyah yuvarlak bir cismin denize inip çıktığını gördü. Dikkat kesildi: Evet evet, bu balon gibi bir şey, mavi sulara dalıp çıkıyor ama, gemiyi aynı uzaklıkta izliyordu.
Stefano; bunu oradan geçen gemicilere gösteriyor ama hepsi, hiçbir şey görmediğini söylüyor. Daha büyük denizciler ise, Stefano'nun gösterdiği yerde hiçbir şey göremiyor ve delikanlıya:
-Stefano, bırak batıp çıkan kara şeyi de, işine bak, diyordu.
Oysa Stefano, gördüğünün gerçek olduğuna inanıyor ama, buna kimseyi inandıramıyordu. Sonunda durum, Stefano'nun babasına iletildi.
Denizler kurdu baba, oğlunun gösterdiği yere baktı ve ona:
-Oğlum, dedi, “yaşım 40'ı geçti, daha gözlerim bana ihanet etmedi. Orada bir şey yok...”
Ama birden kafasında şimşek çaktı: Stefano Kara Balık'ı görmüş olmasındı? Aman Tanrım. Öyleyse felaket olurdu bu. Çünkü Kara Balık, Akdenizli denizcilerin korkulu rüyası idi. Bir denizciye görünmeye koysun, onun ardını bırakmaz, önünde sonunda...
Kaptan baba, derhal buyruğunu verdi:
-Tornistan! Doğru geriye dönüyoruz.
Kimse ne olup bittiğini anlayamadı. Bu son derece karlı seferden niçin dönülüyordu?
Dönüldü. Baba, oğluna Kara Balık öyküsünü anlattıktan sonra, nasibini karada araması gerektiğini söyledi.
Stefano'nun, babası gibi deniz kurdu olma hevesi kursağında kaldı. Ne var ki; o günden sonra ne zaman denize baksa, meşum Kara Balık'ın, belli uzaklıkta, karaya dönül olarak bekleştiğini görüyordu. Dağlara çıksa, birkaç gün denize bakmasa, bir an baktığında hep aynı uğursuz karaltıya çarpıyordu gözleri.
Bu arada babası ölmüş, gemisinin yönetimini pek güvendiği çarkçıbaşıya bırakmıştı. Bir gün Şah Stefano, Çarkçıbaşı'ya, gemiye dönmek istediğini söyledi. Stefano'nun yaşadığı Kara Balık konusunu bilmeyen adamcağız, onun bu dileğini kabul etti. Stefano gemiye döndü ama anladı ki; Kara Balık kendisini kovalamaktan dönmemişti.
İnsan korkuyla beraber ne kadar yaşayabilirdi ki? Bir gün gencimiz, Baba yerine koyduğu Çarkçıbaşı'ndan bir dilekte bulundu:
-Yalvarırım izin ver, ben bir karar aldım, ona saygı göster.
Yaşı hayli ilerlemiş olan Stefano, bir kayığa binip, azılı takipçisine doğru kürek çekti. Yaklaştı, yaklaştı. Tam yanına varırken:
-İkimiz de yaşlandık; beni takipten vazgeçmedin. Bıktım artık, al canımı, sen de kurtul ben de...
Bıyıkları ağarmış olan Kara Balık:
-Vuu, dedi “ne can alması? Denizler Sultanı beni, Denizler İnci'sini sana vermekle görevlendirmişti. Ama sen kaçtın, hep kaçtın!.."
Kara Balık bunları söyledi ve yüzgecinin altında sakladığı dünyanın en büyük incisini uzattı. Stefano'nun eli, balığın yüzgecine erişmek üzereyken, gelen bir dalga ikisini birlikte al aşağı etti.
O günden sonra Şah Stefano'yu gören olmadı.
Yalnız, genç denizcinin kaybolmasından birkaç ay sonra, Akdeniz'in bir kıyısına vurulmuş bir iskelet bulundu. Ölü, sağ avucunda yumurta büyüklüğünde bir taş tutuyordu sıkı sıkı...
“Il Combre”, “Karalunga”, “Kara Balık...”
Bazıları Kara Balık diye bir varlığın olmadığını söyleseler de o vardır ve Akdeniz denizcilerinin korkulu rüyasıdır...