Yazımın başında tavşan, kobay, kirpi, sıçan ve kunduz gibi hayvanları tenzih ettiğimi belirtmeliyim. Yazmaya giriştiğim yazının hedefi onlar gibi “kesici dişleri çok gelişmiş hayvanlar” değil.
Şehir ağaçlarından söz açmak istiyorum; boğazını taşlara veya betona kemirttiğimiz sokak, cadde ağaçlarından...
Şuna şaşıyorum:
Yalan gibi, cahillik de ne kadar kolay yayılıyor.
Türkiye turumda görüyorum; Ardahan'dan Muğla'ya, Edirne'den Hakkari'ye her şehir ve kasabada aynı hata!
Sokak veya caddelerin kenarlarına, refüjlere ağaç dikiyorlar. (Ağaç seçimindeki cehalet diz boyu!) Güzelim ağaçların kök boğazını, idama hükümlüymüş gibi, parke taşları veya betonla sımsıkı sıkıyorlar. Bunu yapanlar veya yapılmasına göz yumanlar, zavallı ağaçların birkaç yıl içinde “genç” ömürlerini tükettiğine tanık oluyorlar.
Belediye işçilerinin, özellikle çöpçülerin en zevk aldıkları şey ne dersiniz? Ömrünün baharındaki ağaçları, yere paralel olarak kesmek!
Niçin dersiniz?
Güzelim ağaçların, mevsim geldiğinde yaprak dökmesinden kurtuldukları için. Öyle ya; işin yoksa süpür dur!
Benim başka derdim yokmuş gibi, en çok uğraştığım konulardan biri bu! Kaç mecrada kaç kez dile getirdim. Belediye başkanlarına, belediye parklar, bahçeler, saksılar müdürlüklerine yazmaktan kalemimde uç, tuşlarda şerit, dilimde tüy bitti!
Bakın kardeşler; İzmir'i, Aydın'ı, Muğla'yı ele alalım. Bu şehirlerimizde Akdeniz iklimi hüküm sürmüyor mu? Bu yerleşim merkezlerimizin sokak ve caddelerine hangi ağacı dikelim diye düşünmeye gerek var mı?
Akdeniz ikliminin ayırıcı ağaçlarını zeytin (delice), turunçgil olduğu ilkokullarda okutuluyor. Gelin buna, anayurdu Karya olan inciri (Ficus carica) ekleyelim. Hem böylece, kuzey ülkelerinden gelen turistlerle, İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerimizden gelen yurttaşlarımız da tanışmış olur, bu kutsal ağaçlara dokunmuş olur!
Yazının burasında, dilime peleseng olmuş bir duayı kaydedeyim:
“Güneşe aşık ve Akdeniz ülkelerinin ortak sembolü,
gümüşi yapraklı zeytin ağacı,
parıltılarını hep üstümüzde tut!..”
Ağaç dikmek, yaradılışa karşı en geçerli dua.
İnsanca bir eylem.
Ama, Exupery'nin Küçük Prensi'nde yazar ya:
“Ehlileştirdiğim şeyden sorumluyum.”
İnsanoğlu da, diktiği ağaçtan sorumlu. Onu sulamak, gerektiğinde budamak, gübre, hastalık ve zararlılara karşı ilaç vermek...
Daha da önemlisi: Ağacın, toprakla gökyüzü arasındaki ışık ve enerji alış verişine ket vurmamak...
Şehirlerimizde, ağaçlara elektrik direği muamelesi yapılıyor. Diplerinde nefes alacak toprak bırakılmıyor. Sıradan bir köylü bile bilir; her ağacın dibinde o ağacın taç gölgesi kadar toprak bırakılmalıdır.
İzmir'den örnek vereyim: Aliçetinkaya, Şaireşref vb caddelerinde bir gezinin: Akasya, dut ve benzeri ağaçların kuruduğunu, iki üç ağaçtan birisinin, ta dipten kesildiğini, bir çoğunun gövdesinin de “esneyen boşluk” mağara gibi kovuk ve ovuklarla dolu olduğunu görürsünüz.
Ben burada; gidecek ve gelecek tüm belediye başkanlarına yalvarıyorum:
Dikili ağaçları koruyun; bunun için de öncelikle ağaçlarımıza soluk aldırın.
İşte onlar; yapraklarını yukarıya açmış yakarıyor:
- Kıymayın bize!..
Bu yazının mesajı, gençlere şu anımsatmam olsun:
Primatın insan olduğu görmüş geçirmiş Anadolu topraklarında, bilebildiğimiz en eski çağlardan beri, ağaçların canlı olduğu inancı yaygındır.
Öyle ki: Her ağacın bir perisi vardır, ağacın bu ruhuna veya perisine “Driyad” denir. Bu varlıklar, gündüzleri ağacın içinde saklanır; yel estikçe birbirleriyle fısıldaşırlar.
Bir ağaca bir bıçak sokulduğunda, balta vurulduğunda veya testere sürtüldüğünde çıkan ses, o ağacın içindeki perinin ağlayışıdır; bir ağaçtan sızan reçine, onun kanı ve gözyaşıdır. Geceleri ağaç perileri dışarı çıkar, birbirleriyle el ele tutuşup dans eder. Çok eski atalarımız, dans etmeyi bu ağaç perilerinden öğrenmişler.
Doğal şeylerin insanlaştırılması, yani humanizm doğa sevgisinden doğmuştur. Toprağa ve onun kutsal ürünü olan ağaca saygısızlık, atalara saygısızlıktır.
Yadsıyamayız ki; doğa ve dolayısıyla ağaçlar insana değil, insan onlara muhtaçtır.
Eski Anadolu insanı doğaya ve onun varlıklarına öylesine sevgi ve saygı gösterir ki; genç kızlara papatyadan taç takar, sanatçı ve kahramanlara defne dalından çelenk sunar.
Beşikten tabuta kadar her şeyde ağaca muhtacız.
Bir Kızılderili sözünde belirtildiği gibi; “Biz onları atalarımızdan miras değil, torunlarımızdan ödünç aldık!”
Emanete ihanet insana yakışır mı?
İnsan da, ağaçlar da aynı temel maddelerden var edilmiştir.
Ağaçlarla kardeşiz; kıymayalım kardeşlerimize...
Nihayetinde ben de insanım; Elimin değdiği yere fidan diktim ama; bilerek bilmeyerek ağaçlara kötülük ettimse, özür dilerim.