Geçen hafta inanılmaz bir yoğunluk, gazeteye yazmamı engelledi, bağışlanmak dilerim.

2 Temmuz 1993 Sivas Madımak Katliamının 29. yılında, acı ve keder ve öfke içinde, bu coğrafyada kuşaklara yapılanları düşünüyorum.

****

Bizim gibi coğrafyalarda (Yani insanlığın evrensel değişim, dönüşüm, ilerleme rüzgârlarıyla yelkenini doldurmakta geç kalan-geç bırakılan, bu bağlamdaki her girişimden korkulan, örneğin Cervantes’in 1605’te yayınlanan Don Quijote’sini neden 400 yıl kadar sonra, Dante’nin 1310-1321 arasında yayınlanan İlahi Komedya’sını neden 700 yıl kadar sonra okuyabildiğini merak etmeyenlerin yaşadığı yerlerde… Yani yaşamın her alanında bir adım ötesine dair söz eden insanlardan neden korkulduğunun, düşmanlaştırıldığının ve kıyıldığının sorulmadığı yerlerde…) düşünmek, bilmek, farkında olmak, yazıp söylemek, itiraz etmek, daha yaşanır bir dünya, daha güzel bir ülke öngörüsünü teklif ve temenniye dönüştürmek, çok ağır bir yükü göğüslemeyi gerektirir. Tümcenin uzunluğunu bağışlayınız, bin sayfa da tutabilirdi. Madımak bu gerçeği bir kere daha yaşamanın, acı ve ağır sonuçlarından yalnızca biridir.

****

Örneğin “40 Kuşağı” olarak nitelediğimiz ve yaşamın her alanında bu özetin yansımalarıyla karşılaşan ve her satırını yaşayan o insanlar ile tarih boyunca benzerleri, yalnızca yeteneklerini ürünlere dönüştürmekle uğraşmadılar. Yazdıkları, eyledikleri, kısaca ürettikleriyle, resmi, geleneksel, kanıksanmış, körü körüne inanılmış sığlıklara, gericiliğe, tutuculuğa, sömürüye ve geç kalmışlıklara karşı da işlev üstlendiler. Bu ülke için tarihçi, düşünür, hukukçu, gazeteci, belgeselci ve aklınıza yaşamdan yana hangi dal gelirse, işte onların da yerine geçtiler -çünkü bu dallar da kupkuruydu- büyük görevlerin yükünü sırtladılar. Bu onların yurtseverliklerinin, ilerici ve aydınlanmadan yana tavırlarının, elbette dünya görüşlerinin gereğiydi. Sığ, yavan ve hamhalat yedekçiler ile yalakaların, onları düşünsel ya da sanatsal açıdan eleştirecek ne çapları, ne birikimleri vardı. Hala yoktur. İhbarcılık ve pusu hariç! Hala aynı tezgâhın çığırtkanlığını yaparlar.

****

Geliniz daha somut konuşalım ve örneğimiz Sabahattin Ali olsun. Kemal Yalçın’ın “Haymatlos-Dünya Bizim Vatanımız” adlı yapıtının 284-285’i sayfalarından özetleyerek aktaracağım.

Büyük yazar 1928’de devlet bursuyla Berlin’e okumaya gönderilmiştir. 1930’da, okuldaki bir faşistin ülkemize ve insanlarımıza hakaret etmesine dayanamayıp kavga ettiğinden dolayı bursu kesilen ve Almanya’daki eğitimi sona erdirilen Sabahattin Ali, dönüşte Aydın Ortaokulu'nda çalışmaya başlar. Ancak bir ihbar yüzünden üç ay yatıp aklanarak, Konya Karma Ortaokulu'na gönderilir. Oradaki Yeni Anadolu gazetesinde yazmaya başlar, hatta ilk romanı “Kuyucaklı Yusuf” burada tefrika olarak yayınlanır. Bir süre sonra gazete sahipleriyle siyasal anlaşmazlık çıkar, ayrılır ve olanlar olur. Gazete sahiplerinden Cemal Kutay, Sabahattin Ali’nin Almanya’da yazıp verdiği “Memleketten Haber” başlıklı şiirini bozar, Atatürk’e bir saldırı şiirine dönüştürerek, Emin Soysal denir bir tiple birlikte, Konya Cumhuriyet Savcılığı’na ihbar eder. Sonrası tutuklama, duruşmalar, tüm itirazlara rağmen14 ay hapis cezası ve önce Konya, sonra da Sinop Cezaevi olarak gelir. 1948’de de öldürülecektir! Örnek kesmediyse, buyurun memleketin arşivi orada, sayısız örnekle sizi beklemektedir. Madımak, işte onlardan biridir.

****

O güzelim insanların yaşamları, böyle böyle çalındı. Yasaklamalar, sansürler, baskılar, tehditler, hapisler, işkenceler yetmedi. Kimi kafasına odun vurularak, kimi yakılarak, ölümcül hastalıklarına rağmen pasaport verilmeyerek, kimi ekmek kazanma yolları dinamitlenerek, kimi de ülkesinden uzaklara savrularak öldürüldüler. Katiller sürüsünden birinin bile bugün adı anımsanmazken, bu ülkenin yazınsal, düşünsel, toplumsal ilerleme birikiminden söz edilebiliyorsak ve hala nimetlerini kemirdiğimiz bir kütüphanesi varsa, bu kuşakların ya da aydınlanma ordusunun her bir neferi sayesindedir. Araya girmiş yüz yıllarca farkı kapatmak için uğraşan kuşakların, yaşasalardı kim bilir daha neler üretecek birikimleriyle birlikte mahvedilmesi ve ülkemizin sanattan hukuka, bilimden insan haklarına, aydınlanma kalitesinin acımasızca dinamitlenmesidir. Madımak’ı anmak, bunları bilmeyi gerektirir.