Denizimiz, toprağımız, suyumuz… Bu üçü bizim ana kucağımız, ekmek teknemiz, mavi vatanımız. Topraklarının her karışını korumak için canını, kanını vermekten çekinmeyen bir ulusun, mavi sularına da aynı duyguyla sahip çıkması çok doğal
Denizlerinde egemenliğini koruyamayan, kullanamayan bir ulusun yolları bağlanmış, etrafı kuşatılmış, hayat damarları kesilmiş demektir. Bizler böyle bir deneyimi yaşadık.
Kabotaj bir ülkenin kendi karasularında ve kendi limanları arasında gemi işletme ve her türlü liman hizmetlerini kendi kontrolünde bulundurma hakkıdır. Denizlerimizdeki ticari haklarımızdan kapitülasyonlarla vazgeçilmiş ve yabancı ülkelere devredilmişti. Osmanlı İmparatorluğu döneminde imparatorluğun kabotaj hakkı yoktu. Batılı ülkelere verilmiş olan kapitülasyon hakları sebebiyle Osmanlı İmparatorluğu kıyılarında genellikle yabancı bandıralı tekneler hizmet görürlerdi. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması uyarınca kapitülasyonlar lağvedildi. 8333 kilometre kıyı uzunluğuna sahip bir yarımada ülkesi olan Türkiye, kabotaj hakkına böylece kavuşmuş oldu.
1 Temmuz 1926 tarihinden itibaren Kabotaj hakkımızı kullanmaya başlayışımızı 1 Temmuz 1935'den başlayarak Kabotaj Bayramı olarak kutluyoruz. 2007 yılından sonra da bayramın adı Denizcilik ve Kabotaj Bayramı haline geldi.
Dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 85'i, Türkiye’nin ticaretinin ise yaklaşık yüzde 90’ı deniz yoluyla yapılıyor. Ulusunun geleceği için denizlerin öneminin farkında olan Atatürk, “Kabotajın bu yıl içinde sadece ve tamamen Türk bayrağına dönüşü fiilen gerçekleşmiştir. Bu olayı övünerek anmak isterim. Bu olay yüzyıllarca süren engellere karşı ancak milli yönetimin elde edebileceği başarılardandır” diyerek konuya verdiği önemi vurgulamıştı.
ÖNCÜ ÇAKABEY
1081 yılında Çakabey İzmir’de beyliğini ilan ettikten sonra İzmir ve Efes’te kurduğu tersanelerde kürek ve yelkenle hareket edebilen gemi yaptırarak ilk Türk donanmasını meydana getirdi. Türk Deniz Kuvvetleri’nin kuruluş yılı olarak kabul edilen bu yıl içinde Çakabey, donanması ile Ege’nin sıcak sularına yelken açtı. Böylece, köklü bir tarihi miras ve geleneğe sahip Türk denizciliği başladı.
İlk olarak Bizans’ın İzmir yolu üzerindeki Midilli Adası’nı ele geçiren Türk Filosu, Sakız Adası’nı da ele geçirdikten sonra çok geçmeden Urla ve Foça kıyı kentleri, Sisam, İstanköy, Rodos adalarını fethetti. İlk filonun Sakız Adası civarında güçlü Bizans Donanmasına karşı kazandığı “Koyun Adaları Muharebesi” ilk Türk deniz zaferi; Çakabey’de ilk Türk Amirali olarak tarihe geçti. Türkler Bizans’a ait Ege Denizinde söz sahibi oldular.
Bu dönemde, İki Denizin Sultanı (Sultan-ül Bahreyn) unvanı verilen Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat, Alanya ve Sinop tersanelerinde inşa ettirdiği gemilerle filolar kurdurdu. Alanya Tersanesi, Türklerin kurmuş olduğu ilk organize tersane olarak kabul edilmektedir.
Moğol baskısına dayanamayarak, Batı Anadolu’da uç beyliklerden olan Aydınoğulları Beyliği özellikle Umur Bey döneminde denizcilikte büyük atılım yaptı. Umur Bey, Ege’de, Bizanslılara ve Cenevizlilere karşı büyük başarılar kazandı. Rodos’tan Çanakkale Boğazı’na kadar, Mora ve Rumeli kıyıları da dahil olmak üzere denizlerde kesin kontrol sağladı.
Osmanlı Beyliği, Doğu Marmara’da kesin bir hakimiyet sağlayınca, deniz gücünün kurumsallaşması için çalışmalar başlatıldı. Karamürsel’de 1327’de ilk Osmanlı Tersanesi kuruldu. Burada ilk Osmanlı savaş gemisi inşa edildi. Kara Mürsel Bey, Osmanlı Devleti’ndeki ilk “Derya Beyi” olarak Türk Deniz Tarihi’nin öncüleri arasında yerini aldı.
KAPTAN-I DERYALAR
Osmanlı İmparatorluğu’nun “modern devlet anlayışı” Sultan Yıldırım Bayezid döneminde başladı. Saruca Paşa Türk deniz tarihinin ilk Kaptan-ı Deryası oldu. Fatih Sultan Mehmet döneminde, Osmanlılar Ege ve Karadeniz’de mutlak bir hakimiyet sağladıktan sonra Akdeniz’e ilerlediler. Kasımpaşa’da İstanbul Tersanesi (Tersane-i Amire) kuruldu. Bu tersane dünyanın en büyük tersanelerinden birisi olarak tüm yabancı ülkelerin hayranlığını kazandı.
Türk deniz bilimcilerinden olan Muhiddin Piri Reis, Dünya Denizcilik Tarihi’ne armağanı “Kitab-ı Bahriye” adlı kılavuz kitabında bütün denizlerin sathı akıntıları, koyları, körfezleri, boğazları, limanları birer birer ve bütün bilimsel nitelikleri ile belirtilmektedir.
Osmanlı Devleti”nin Doğu Akdeniz”de yükselişi için bir deniz politikası olması gerektiğini anlayan ilk Osmanlı sultanı II. Bayezid, açık denize elverişli bir denizciliğe sahip olunmadığı sürece, Venedik ile baş edilemeyeceğini ve çok önemli olan Doğu Akdeniz hakimiyetinin sağlanamayacağını düşünüyordu.
Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethinden sonra, Osmanlı, Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu’nda faaliyet göstermeye başladı. Burak Reis, Ege Denizi’nde Venedik donanmasına karşı büyük bir savaş verdi. İki büyük düşman gemisi arasına sıkışan gemisini tutuşturmak suretiyle kendi gemisiyle beraber Venedik gemilerini de yakmıştır.
Barbaros Hayreddin Paşa, Osmanlı Devletinin en ünlü Kaptan-ı Deryasıdır. Tunus, Venedik Seferleri, Adalar Denizi ve Akdeniz Seferleri ve özellikle Andrea Doria komutasındaki Haçlı Donanması’na karşı kazandığı Preveze Deniz Zaferleri unutulmaz. Barbaros, Osmanlı Devletini Akdeniz’in tartışılmaz hakimi yapmıştır.
1571 yılında İnebahtı Deniz Savaşı’nda Osmanlı Donanmasının büyük bir kısmı, Haçlı Donanması tarafından yok edilmiştir. Deniz gücünün ihmal edilmesi orduların lojistik yönden ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmasına neden olmuş ve bunun sonucu olarak Karlofça Antlaşması (1699) ile toprak kaybı başlamış ve denizlerdeki gerileme durdurulamamıştır.
Osmanlı Donanması, 1770’de Çeşme/İzmir’de, Rus Donanmasının baskınına uğramış ve tüm gemileri batmıştır. Yunan İsyanı sebebiyle Mora’nın Navarin Limanı’nda bulunan Osmanlı-Mısır Donanması, İngiliz-Fransız-Rus ortak filolarının baskınına uğrayarak, 58 gemi ve 6000 denizcisini kaybetmiştir. Donanma, Sinop’ta Ruslar tarafından ani bir baskınla yakılmıştır.
Kırım Harbi, Donanmadan yoksun bir kuvvetin Osmanlı’nın bekasını koruyamayacağının da bir göstergesi olmuştur. Bu da, Donanma’nın, buharlı ve zırhlı gemiler ile güçlendirilmesi gerekliliğini ortaya koymuştur. Sultan Abdülaziz döneminde, yabancı ülke tersanelerinde, İstanbul, İzmit ve Gemlik Tersanelerinde 25’i zırhlı olmak üzere 100’ü aşkın gemiden oluşan bir inşa programı gerçekleştirilmiştir.
DENİZLERDE KÜÇÜLME YILLARI
Kurmay subay yetiştirmek üzere 1864’de “Erkan-ı Harbiye-i Bahriye Mektebi” (Deniz Harp Akademisi) ve “Bahriye Nazırlığı” kurulmuştur. Sultan II. Abdülhamit tarafından Donanma gemilerinin Haliç’te uzun yıllar hareketsiz tutulması, Osmanlı’nın denizcilik faaliyetlerine büyük bir darbe indirmiştir.
II. Abdülhamid’in, Türkleri 20. yüzyıla donanmasız sokmasının sonucunda İtalyan Harbi’nden sonra Libya ve 12 Adalar, Balkan Harbi’nden sonra da Batı Trakya ve Ege Adaları kaybedilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda donanmasızlıktan Anadolu’nun işgaline gelen istila güçleri denizde durdurulamamış ve Çanakkale’de yüz binlerce vatan evladını yitirilmiştir.
II. Meşrutiyet dönemi olan 1908’de Osmanlı Donanması, harekat kabiliyeti ve harbe hazırlık seviyesi düşük olan gemiler ve eğitimsiz personelden oluşmuştur. Deniz Kuvvetleri, kendisini Osmanlı-İtalyan (Trablusgarp) (1911-1912) Harbi’nin içinde bulmuştur. Balkan Harbi’nde (1912-1913) ise, Osmanlı Donanması arızalı gemileri onarmıştır.
Bu dönemde, Ege ve Akdeniz’de, akın tipi harekat icra edilmiştir. I. Savaşı’nda Türkler, Akdeniz’de bulunan Goeben ve Breslau adındaki iki Alman harp gemisini tarafsızlığını bozmamak için satın aldığını açıklamış ve 1914 günü bu gemilere Türk Bayrağı çekilerek, Yavuz ve Midilli adları verilmiştir.
Çanakkale Deniz Zaferi’nde Nusret Mayın Gemisi,1915’de Erenköy önlerindeki Karanlık Limanı’na intikal ederek eldeki 26 mayını dökmüştür.
Zaten zayıf olan Osmanlı Donanması büyük kayıplara uğramış ve savaştan son derece yıpranmış olarak çıkmıştır. Savaşta, kapitülasyonlar kaldırılmış ve denizciliğimiz de serbest alan bulmuştu. Fakat mevcut gemilerinde birçoğu düşman tarafından batırılmış olduğundan, ticaret filosu daha da küçülmüştür.
Milli mücadele dönemi geçmişi parlak zaferlerle dolu olan Türk denizciliğinin acı ve hüzün dolu sayfalarından biridir. Preveze ve Aydınreis Gambotları, İstiklal Harbi Nakliye Filosunun çekirdeğini oluşturdu. 1920 yılında Karadeniz’de kaçak olarak bir deniz nakliyat teşkilatının meydana getirilmesi hayati bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştı. Milli Müdafaa Vekaleti’ne (Milli Savunma Bakanlığı) bağlı olarak “Umur-ı Bahriye Müdürlüğü” teşkil edildi.
Kurtuluş savaşı sırasında icra edilen deniz faaliyetlerinde önemli sonuçlar elde edildi. Denizlerdeki hak ve menfaatler savunulurken ulusal kurtuluş savaşının personel, lojistik ve hatta siyasi desteği sağlandı. Tespit edilen zafiyetler ile alınması gereken tedbirler, ileride denizciliğin temel stratejisini oluşturdu.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Atatürk, 1924’de Karadeniz seyahatini Cumhuriyet Donanması’nın denize çıkan ilk gemisi olan Hamidiye Kruvazörü ile yaptı. Atatürk, Deniz Kuvvetleri gibi çok pahalı bir yatırım ve zaman gerektiren bir gücün bir anda oluşturulamayacağını çok iyi bilmekteydi.
Bu nedenle, Deniz Kuvvetlerinin mevcut durumunu geliştirecek ve geleceğini planlayacak özerk bir vekaletin kurulması gerekliliğine içtenlikle inanmaktaydı. Bahriye Vekaleti (Denizcilik Bakanlığı) yasası çıkarıldı. Ayrı bir kuruluş olarak görev yapmaya başlayan Bahriye Vekaleti eğitim, tatbikat, denetleme gibi alanlarda Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisliği (Genelkurmay Başkanlığı)’ne bağlandı.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 1936’da imzalanması ile Boğazlar üzerindeki Türk egemenliği pekiştirilerek, uluslararası topluma kabul ettirildi ve Türk Boğazları üzerinde yeniden egemenlik sağlandı. II.Dünya Savaşı başladığında, Türk Deniz Kuvvetleri kendisini geliştirerek küçümsenmeyecek bir güce erişti.
DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANLIĞI
1949 yılında alınan kararla Deniz Kuvvetleri Komutanlığı olarak oluşturulan askeri yapılanma, 1957’de bugünkü teşkilatı ile Türk Deniz Kuvvetleri olarak kuruldu.
Atatürk’ün vakitsiz ölümü ve İkinci Dünya Savaşı ile Türk donanmasında fazla bir ilerleme olmadı. 1947 Paris Antlaşmasıyla Yunanistan’a verilen On İki Adalara itiraz edilmedi. Oysa bu adalar İtalyan işgalindeydi ve Türkiye’ye aitti. 1952’de NATO üyesi olan Türkiye, ABD’den hibe ve ucuza alınan gemiler nedeniyle, ABD’nin lojistik bağımlığına girdi.
Türk Deniz Kuvvetleri, 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı’nda kilit rol oynadı. Askeri açıdan en zor harekat olarak kabul edilen amfibi harekatı başarı ile gerçekleştirildi. Donanma, Kıbrıs’ta askeri bir zaferin asıl unsuru oldu. Ege’de kıta sahanlığı ve karasuları sorunlarında Yunanistan’ın emrivakilerine set çekildi. Lozan’da donanmasızlık nedeniyle terk edilen Ege Adalarının yakınlarındaki ada, adacık ve kayalıkların aidiyeti, 1996 sonrası Kardak krizi üzerinden sorgulanmış oldu.
Türklerin üç tarafı denizlerle çevrili Anadolu topraklarına yerleşmeye başladıkları andan itibaren, denize yönelme ihtiyacı duyması sonucu Türk denizciliğinin gelişim süreci başlamış oldu.
Türk Denizcilik Tarihi, Türk Deniz Kuvvetleri açısından bir şaha kalkış dönemidir, köklü ve saygın tarihinden aldığı büyük güçle, mevcut kaynaklarını, ülkenin de koşullarını göz ardı etmeden, yüzyıllar içinde oluşturduğu tarih bilinciyle en sorumlu şekilde kullanarak bugünkü çağdaş, güçlü ve modern yapısına erişti. Ülke savunmasında hak ettiği yeri aldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Türklerin tarihindeki en uzun barış periyodunu oluşturmasında önemli bir rol o ynadı.
Atatürk’ün çizdiği çağdaş ve aydınlık yolda ilerleyen, Akdeniz’deki sayılı Deniz Kuvvetleri arasında yer alan Türk Deniz Kuvvetleri, Somali’den Japonya’ya, Cebelitarık’tan Panama’ya, Kuzey Atlantik’ten Hint Okyanusu’na kadar tüm denizlerde Türk Bayrağını şerefle dalgalandırmaya devam ederek Türk ulusunu onurlandırmaktadır.--
Nazım Hikmet Hasret şiirinde
Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum! diyor.
Deniz, Cahit Sıtkı Tarancı ise Deniz adlı şiirinde
Bu akşam vakti deniz
O bütün hasretimiz
Sanki gelmiş de dile
Nedametin sesiyle
Çarparak kayalara
Yetmez mi, diyor deniz
Karada çektiğiniz?
diye sesleniyor bizlere.