“Kronos (Zaman) koca bir tırpanla
Kesti babası Uranus'un hayalarını
Fırlatıp attı onları Akdeniz'e,
Dalgalı denize atar atmaz onları
Gittiler engine doğru uzun zaman.
Ak köpükler çıkıyordu tanrısal uzuvdan:
Bir kız türeyiverdi bu ak köpükten,
Önce kutsal Kythera'ya uğradı bu kız
Oradan da denizle çevrili Kıbrıs'a gitti,
Orada karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça,
Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu
Narin ayaklarının bastığı yerden.
Afrodit dediler ona tanrılar ve insanlar
Ak köpüklerden doğduğu için.”
(Hesiodos, Theoganka. Çev: Azra Erhat)
O gün, olağanüstü bir zaman yaşanıyordu Eleusis'te. Alışılmamış bir gariplik. Sanki ağaçlardan düşen yapraklar, uçan kuşlar, asılı kalmıştı havada.
Dünyanın dört bir yanından binlerce, on binlerce insan koşup gelmişti bu gizemli şehre. Çünkü, Afridit Şendikleri kapsamında bu tanrıçanın Akdeniz'in ak köpüklerinden doğuşu canlandırılacaktı. Bu sahneyi bekleyenler arasında, çağın en büyük heykeltraşı Praxiteles ile dahi ressam Apelles de vardı.
Derken, ak köpüklü dalgalar arasından bir kadın çıkmaya başladı. “Güzel” sözü ne ifade ediyorsa o vardı bu dişi insanda. Islak saçları sarkarak göğüslerini örtüyordu. Büyük kalabalık, üzerinde yel gezmiş buğday tarlası gibi dalgalandı. Olağanüstü durumların doğurabileceği bir coşku vardı seyircilerde. İnsanlar, tanısın tanımasın, birbirine sarılıyor; bölük pörçük konuşmalar seçiliyordu:
-Afrodit'in kendisi galiba.
-Phyrne adında bir Afrodit rahibesi olduğu söyleniyor.
-Evet, o canlandırıyormuş Afrodit'in doğuşunu...
Evet öyleydi. Afrodit'in kendisi de olsa olsa bu kadar güzel olurdu. İki büyük usta, Praxiteles ile Apelles, ağzından girip burnundan çıkarak, Phyrne'nin kendilerine modellik yapmaya razı ettiler. “Ressamlar Prensi” Efesli Perhassios'tan sonraki kuşağın en büyük ressamı, yine Efesli Apelles, 3 bini aşkın resmi arasında sadece üç Afrodit tablosuna imza atmıştı. Yazık ki, bu şaheserler, 2 bin 500 yılın hırpalayıcılığına yenildiler. Praxiteles'in başyapıtı Knidos Afroditi de yok günümüzde ama sanki var olsa, bu günkü kadar konuşuluyor olamazdı.
Yazının burasında, tarihin kaydettiği sayılı belalı güzellerden olan Phryne'den söz etmek, farz değilse bile, sünnet oldu: Phryne, tarihe “İskender Çağı” diye geçecek olan Milattan Önce Dördüncü Yılzyılda Bolotia'nın Thespiai kentinde, yoksul bir ailenin kızı olarak doğdu. Sokak sokak dolaşarak bir şeyler satardı, sonra flüt çalmaya başladı. Genç yaşta Atina'ya geldi. Afrodit'in denizden çıkışını canlandırması; Praxiteles'in yaptığı heykel ve Apelles'in yaptığı tablolarla şöhretin doruğuna ulaştı. Çok geçmeden Atina'nın en büyük fahişesi oldu. Bu meslekten (!) öyle büyük servet kazandı ki; İskender'in yakıp yıktığı başkenti yeniden kurdurmaya talip oldu. Onun isteğine göre, kentin anıtsal kapısına “İskender'in yıktığı bu şehri Phryne yeni baştan kurdurdu” yazısı yazılacaktı. Atina'lılar, bunu onursuzluk sayarak kabule yanaşmadı.
Güzelin başı beladan kurtulmazmış ya; Phryne dinsizlik veya gençlerin ahlakını bozmakla suçlanarak mahkemeye verildi. Yargıçlar Kurulu idam hükmü vermeden önce, kadının avukatına son sözü soruldu. Ağzıyla kuş tutsa, müvekkilini ipten kurtaramayacağını bilen savunman (avukat), savunma yapma yerine, Phryne’nin giysisini göğüsten eteğe yırtıverek:
-Bakın ey yargıçlar, bu güzelliği kıyabilecekseniz, kıyın.
Ressam Gerome’un bu sahneyi gösteren tablosu meşhurdur.
Yazının başlığına, Knidos Afroditi’ne dönelim:
Antik çağın en büyük dört heykeltraşından biri olan Praxiteles’e (diğerleri Phidias, Lysippos ve Skopas) Kos (İstanköy) ve Knidos halkı birer Afrodit heykelini ısmarlamıştı.
Dahi yontucu, “gerçek güzellik örtü kabul etmez” düşüncesiyle Aşk ve Güzellik Tanrıçasını anadan doğduğu gibi yaratmıştı mermerden. İstanköy’lüler çıplak heykeli istemeyince, o sırada şehirlerini bugünkü Datça’dan, yarımadanın ucunda yeniden yaratmakta olan Knidos’ludan satın aldılar. İlkçağın bu en bayındır kentinde, güzelim tanrıça için, yuvarlak planlı bir tapınak inşa edip heykeli oraya diktiler.
Bu eşsiz heykel de, güzelliğinden az çekmedi.
Praxiteles’in, “insan elinden çıkmış heykellerin en güzeli” sayılan Knidos Afroditi, bulunduğu şehri, insanlık tarihinde kitle turizminin ilk başladığı yerlerden biri kıldı. Dünyanın dört bucağından meraklılar akın ediyordu bu şehirler güzeline. Akdeniz ile Karadeniz arasında mekik dokuyan ticaret gemileri, Knidos’un güvenli limanına demirledikten sonra, kaptan ve tayfalar, Aşk ve Güzellik Tanrıçasının tapınağında alıyordu soluğu. Şahane heykel, Tholos (yuvarlak) planlı tapınağın ortasında, siyah bir kaidede duruyordu. Tapınağı duvar değil, sütunlar çevreliyordu. Bu heykele aşık olan delikanlı sayısı az değildi. Söylentiye bakılırsa Afrodit; “Praxiteles beni ne zaman çıplak görmüş de bu heykelimi yapmış?” demiş.
Bythinia Kralı Nikomedes, bu heykel karşılığında, Knidos’un tüm borçlarını ödemeyi önermişse de, Knidos’lular buna yanaşmamış. Bu harika heykelin sonu pek bilinmiyor. Yaygın kanıya göre, Bizans imparatorları onu alıp, İstanbul’daki Lausus Sarayına koymuşlar. Ne yazık ki; şaheser, bir yangın sonucu sarayla birlikte yanıp kireç olmuş.
Bugün dünyanın belli başlı müzelerinde, Knidos Afroditi’nin Roma ve daha sonraki çağlarda yapılmış kopyaları sergilenmektedir.
BİLGİ NOTU: İngiliz gezginlerinin nice Knidos şaheserini ülkelerine kaçırdığını biliyoruz. Sir Charles Newton, aralarında Knidos Demeteri, Liman Aslanı gibi paha biçilmez eserlerin bulunduğu parçaları, 200’den fazla sandık içinde Londra’ya götürdü. 1960’lı yılların ikinci, 1970’li yılların ilk yarısında, ABD’deki Long Island Üniversitesinden Prof. Dr. İris Cornelia Love kazı yaptı Knidos’ta. Soyadı “Aşk” anlamına gelen bu kadında, Knidos Afroditi heykelini bulmak, bir tutku idi.( Son günlerde kendisiyle yaptığım “Mini Etekli Profesör” başlıklı röportajım Hürriyet Gazetesinde yayınlanmış ve geniş ilgi görmüştü.) Balıkçı üstadımızın buyurduğu gibi, “Knidos Afroditi’nin yeller eser şimdi yerinde; her devirde yapılmış kopyaları dünyanın belli başlı müzelerini süslüyor.
Resimden heykele, piyesten şiire dek, sanatın her dalına katkısı var erişilmez güzel tanraçanın:
“Ey Aphrodite,
Köpük kızı,
Akdeniz’in yarattığı güzeller güzeli!
Çözersin tanrıların bile dilini,
tutsal edersin yüreğini
en vurdum duymaza sevme gücü verirsin
Oğlun Kanatlı Eros’un okuyla.
Kızaran bir nara benzersin
dalın en yüksek ucunda
unutulmuş!
Yok yook, unutulmuş değil,
erişilememiş.
Altından daha altın
ak daha, ak sütten
sudan daha yumuşak
Lirden daha uyumlu sesi.
Attan da görkemli
güllerden daha ince,
yakışan giysiden daha göz okşayıcı
daha değerli altından…
-----
Şimdi ben daha ne yapabilirim; size böylesi şiirler yazılıp okunmasını dilemekten başka?
Dilerim dilekleriniz gerçekleşir…
***