Öğretmenlik dünyanın en zor, en sabır isteyen ve her anı fedakarlıkla geçen bir meslek. Annem öğretmen. Evet ondan biliyorum. En büyük örneğimdir. 7 yaşında, tüm kötülüklerden uzak, güvenli dünyasından ilk defa çıkmış bir çocuk teslim ediliyor ellerine…
Yoğurmak, şekil vermek, büyütmek hepsi öğretmeninin elinde. Tuvalete gitmeyi öğrenmesinden tutun da arkadaşlığı, iyiliği, iyi bir birey olarak topluma hizmet etmeye kadar yapacağı her hareketin sebebi o ‘ilk öğretmen’ olacak.
Elbette her alanda kötü örnekler var. Ama öğretmenlerimizin çoğu hepimize annelik, babalık yapmış çok kıymetli insanlar. Öncellikle sabırlarına sonra şefkatlerine hayranım. Başta annem olmak üzere hiçbirinin hakkını ödeyemeyiz.
Gelelim bu ülkede ‘öğretmen’ olmaya.
Zor, engebeli, çetin yollarla dolu o yolculuk.
Okul kısmı bambaşka, atanma kısmı bambaşka, öğretmenlik yapabilme kısmı bambaşka zorluklar içeriyor.
Eskiden olduğu gibi değil artık.
Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde öğretmenlerin önemli bir sosyo-ekonomik statüsü olmuş, onlara Cumhuriyet ideolojisinin aktarılması ve modern toplumun inşası sorumluluğu yüklenmiştir. Fakat yıllar geçtikçe, öğretmenliğin toplumsal statüsünün düştüğü belirlenmiştir. Öğretmenler, toplumun mesleklerine gereken değeri vermediğini, devletin ve medyanın öğretmenlerin sorunları ile yeterince ilgilenmediğini düşünmektedir.
Bizim zamanımızda demek istemem fakat demek zorundayım. Bizim zamanımızda ve hala daha öğretmene saygı duyulur, kararı sorgulanmaz, cevap verilemez, dedikleri yapılır. Aksi durumda ailelerimizden güzel bir azar yer, üzerine ceza alırdık. Bu yaşta herhangi bir öğretmene saygısızlık yapsam hala aynı tepki ile karşılaşırım anne ve babamdan.
Ama o günler sanki hiç olmamış gibi. Sanki hepsi anlatılan birer masal. Herkesin öğretmenler hakkında eleştirme, yargılama hakkı var. Saygısızlık yapmak çok normal. Öğretmeni tehdit etmek sıradan. Ya da daha ileriye gidebilmek ve bunu ailelerin yapması. Tekrar söylüyorum, elbette kötü örnekler var her meslekte, hayatın her yerinde olduğu gibi.
Mesela akıllarda öğretmenlerin neden iki ay tatil yaptığı var. Dünyanın en zor mesleğini yapıp, evinde, çocuklarından daha fazla öğrencilerini gören insanların iki ay tatil yapmasının konuşuluyor olması düpedüz cahillik.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, öğretmenlik dendiğinde herkes tarafından en saygın kabul edilen meslektir.
Ama öyle bir hale geldi ki son yıllarda ülkemizde. Devlet okulunda ayrı, özel sektörde bambaşka zorluklarla karşılaşıyorlar.
Atanamayan onlarca mezun mesleğini yapabilmek adına asgari ücretin bile altında ücretlerle kreş, etüt ya da özel okullarda görev yapıyorlar. Haftanın 7 günü, 24 saati çalıştırılıyorlar. Bire çoğu 10 ay ücret alıp, o ‘tatil’ olan iki ayda maaşsız kalıyor. Biraz fazla maaş talebinde iş akdi sonlandırılıyor. Ya da hamile kalma ihtimalin varsa işe alım için tercih edilen kadın olamaz. Çalışırken hamile kalırsa eğer artık o ‘yük’ olacaktır kuruma.
İzmir’de bir okul, öğretmeni hamile kaldığı için işten çıkartıyor. Buna sessiz kalmayan öğretmen ve avukatı Seçil Tercan dava yoluna gidiyorlar. Bu arada işten çıkarma usulsüz, evraklar yok, öğretmen hamile olduğunu üst amirlerine bildirdiğinde ‘istifa et’ deniyor. Kadınlık ve anayasal hakkı için ‘hatalı’ olduğu algısı yaratılıyor. Bir öğretmene, anne adayına yapılan muamele bu.
Ve dava öğretmen lehine sonuçlanıyor. Okul durur mu? Hemen istinafa. Ama bu sefer adalet zenginden yana işlemiyor. Karar istinafta da onaylanıyor ve ‘Emsal Karar’ oluyor. Tüm kadınlara, mücadele edenlere örnek oluyor. Aynı durumda olan birçok kadının davasını kazanabilmesi için emsal oldu.
Davasından vazgeçmeyen öğretmenimizi ve o davada dimdik, yılmadan hukuk mücadelesi veren Avukat Seçil Tercan’ı tebrik ediyorum.
Hep dediğimiz gibi, ‘Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz’
Omuz omuza mücadele etmeye devam!