Aşağı yukarı belli oldu ki,
Kasım ayında sandık geliyor.
Zaman kısa,
Söylenecek söz ise uzun...

İşte böyle zamanlarda,
Hızlı düşünüp,
Çabuk karar vermek gerekiyor.
Elbette eğri oturup, doğru konuşarak.

Yavuz Sultan Selim zamanında,
İran şahı hediye vermeye niyetlenir.
Ancak öyle bir oyun oynamalı,
Öyle bir hinlik yapmalıdır ki,
Sultan Selim zorda kalmalıdır.

Düşünür, taşınır,
Kıymetli mücevherlerle süslü,
Kocaman sandık hediye gönderir.
Sandık Topkapı Sarayı'na varır.
Sultan Selim’in huzuruna çıkarılır.

Görevliler sandığı açar.
İçinden çeşit çeşit değerli taşlar,
Kıymetli atlas, kadife kumaşlar çıkar.
Fakat bir de pis bir koku yayılır.
Dehşet bir koku,
Herkes burnunu tıkamak zorunda kalır.

Görevliler kıymetli taşları,
Dağerli kumaşları kaldırınca,
En alttaki bohçada insan pisliği çıkar.
Yani Selim'e acayip bir hakaret...

Yavuz Sultan Selim düşünür,
Sonra sadrazamlarına emir verir,
“Herkes düşünsün...
Buna ince bir şekilde
cevap vermeliyiz”
der.
Ve Selim çözümü kendisi bulur.

En kısa zamanda,
Aynı şekilde değerli mücevher
Ve kumaşlarla süslü bir sandık hazırlanır.
İçine de o zamanın İstanbul’undan
Ünü dünyaya yayılmış,
Gül kokulu en nadide lokumlardan,
Özel bir kutu hazırlanıp konur.
En altına da küçük bir pusula
Ve bir satır yazı iliştirilir.

Özel elçiler hazırlanır,
Sandık onlara emanet edilir,
Acem ülkesine yollanır...

Birkaç hafta sonra,
Sandık Şah'ın huzurundadır.
Şah büyük bir merak içinde,
Sandığı açar...

Açtıkça güzel bir koku,
Ve en altta bir kutu,
Dünyalar güzeli lokum...

Şah anlam veremez önce.
Kendi gönderdiği sandığı düşünüp,
Neden böyle bir yanıt verildiğini düşünür.

Osmanlı elçisi getirdiği lokumdan,
Önce kendisi yer,
Sonra oradakilere ikram eder.
Son lokum ise Şah'a kalmıştır...

Son lokumu kutudan alan Şah,
Altında bir pusula olduğunu görür.
Lokuma ağzına atar,
Ve merakla pusulayı okur.
Pusulada aynen şu yazılıdır:
“Herkes yediğinden ikram eder...”

Kıssadan hisse;
Kendinizi çok uyanık sanıp,
Ders vermeye kalkmayın.
Bazen tatlı bir lokumdan bile,
İyi bir ders verilebilir.