Yangında kaybedilen sadece canlarımız değil Bu trajedi, sadece alevlerin yakıcılığını değil, ihmallerin kaçınılmaz sonuçlarını da gözler önüne serdi. Bu elim olay, yetkilerin ve sorumlulukların kimde olduğunu sorgulamamız gerektiğini bize bir kez daha hatırlattı. Ancak gelin görün ki, suçlu ararken tek bir adrese odaklanamıyoruz. Çünkü sorun çok katmanlı, çözüm ise ötelenmiş vaatlerin altında kaybolmuş durumda.
Yangın, sadece Kartalkaya’yı değil vicdanlarımızı da küle çevirdi. Sorumlular bulunur mu bilmiyorum, ama asıl suçlu, kolektif ihmallerimizdir. Kimi maddi tasarruf uğruna, kimi görev ihmaliyle, kimi de “benim işim değil” diyerek bu felaketin bir parçası olan ihmaller zinciri…
Saniyeler içinde alevlere teslim olan hayatlar, bir daha asla tamamlanamayacak hikayeler...
O anları hayal edin: Bir tatil sabahı, rahat bir güne uyanma hayali kuran insanlar. Sonrası ise panik, duman ve çaresizlik. Ama bu yangın insanlığımızdan ödün verdiğimiz, lüksü güvenliğe parayı vicdanımıza tercih ettiğimiz gün yanmaya başlamıştı zaten.
Bir yangının ardında bıraktığı kül değil, aslında bizim tükenmiş vicdanlarımızın külleri. Bir kez daha gördük ki, biz uyarılmadan, biz zorlanmadan, hatta biz denetlenmeden insan olmayı başaramıyoruz. Hayat kurtarmak için değil, hatayı örtmek için harekete geçiyoruz. Kendimizi küçük hesapların, maliyet düşürmenin, “benim işim değil” zihniyetinin içinde kaybediyoruz.
Bir an düşünelim: Bir yangını önlemek bu kadar zor olabilir mi? Değil. Bir insanın hayatını öncelemek ne kadar karmaşık olabilir? Hiç değil. Ama insanoğlu, değerlerin en küçüğünü bile elinden bırakınca hırslarına nasıl teslim olduğunu her felakette yeniden ispatlıyor.
Yangın sırasında, alevlerin ortasında kalmış bir genç kızın babasını arayarak "Baba, atlayayım mı? Ne yapmalıyım?" diye sorduğu o an dalgalı bir denizin tam ortasında kayık gibi savrulan bir çaresizliğin haykırışı değil miydi.
Bu felakette ihmali olanlar bir yana, belki de gerçek suçlu karanlık bir köşede kıvranan vicdanımızdır.