İnsanoğlu yaşamla mücadelesinde yaşadığı tüm komplikasyonlara karşı ayakta durmak için kadrajına giren her sorunu çözmeye odaklanmış bir ruha sahiptir.

İyi bir iş ve huzurlu bir hayat bağlamında çırpınan bedenlerimiz  için şehirlerin gökdelenlerle dolu, hiç durmayan temposu mu ? Yoksa kırsal yaşamın dingin doğası, samimi insan ilişkileri mi ? Geleneksel bakış açısıyla şehirleri, fırsatlar ve kariyerin merkezi olarak görürken kırsal yaşamı ise huzurun ve doğallığın temsilcisi olarak kabul ederiz.Peki, gerçekten mutluluğun adresi neresi ? Ya da her ikisini birleştiren yeni bir model mümkün mü ?
Şüphesiz şehirler, kariyer fırsatları, sosyal hayatın çeşitliliği ve modern imkanlarıyla cazip bir yaşam sunuyor. Ayrıca kültürel etkinlikler, restoranlar, sanatsal faaliyetler ve sayısız iş alternatifleri de değişim isteyen ruhumuzun önündeki en büyük tehdit olarak tüm cüssesiyle bize kafa tutuyor.
Rutin dışına çıkmak için aslında trafik stresi, yüksek maliyetler, insan kalabalığı ve insanoğlunun bitmeyen egoları ile mücadele etmekten yorulan insanoğlu için güçlü bir seçenek olmalı...
Kırsal hayat doğayla iç içe, sakin ve dingin bir yaşam vaat ederken, temiz hava, doğal besinler ve güçlü insan ilişkileri, doğada yaşayanların en büyük avantajlarından birisi olarak karşımıza çıkıyor. Bu algoritma da ulaşım zorlukları, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimdeki sınırlılıklar gibi faktörler de kırsal yaşamın bir bedeli olarak yararcı karar almamızı engelliyor.
Geleneksel düşünce, şehir veya kırsal arasında bir seçim yapmak zorunda olduğumuzu söylese de, günümüzde, bu iki yaşam tarzını birleştirerek dengeli bir model oluşturmakta mümkün. Çalışma hayatında esneklik sunan bazı iş modelleri uzaktan çalışma sistemi sayesinde şehirde yaşamak zorunluluğunu bir nebze ortadan kaldırabiliyor.
Kırsalda daha sakin ve doğayla iç içe bir yaşam sürerken, teknolojinin sunduğu imkanlarla şehirdeki iş bağlantılarını koparmamak ta mümkün. İnternet erişimi ve esnek çalışma modelleri sayesinde insanlar hem şehirdeki fırsatları değerlendirebilir hem de doğanın huzurunu yaşayabilir.
Bu hibrit model bazen zamanımızın önemli bir kısmını kırsalda yaşayarak hem çalışıp hem doğada olmayı telkin ederken, bazen de hafta içi şehirde çalışma imkanı hafta sonları doğaya kaçış yapmayı da mümkün kılıyor. Küçük şehirlerde veya doğayla iç içe olan kasabalarda yaşam, hem sosyal dinamikleri hem de ekonomik sürdürülebilirliği koruyarak ideal bir denge oluşturuyor diye düşünüyorum.
Belki de artık "şehir mi, kırsal mı?" sorusundan çok "bireyin ihtiyacına göre nasıl bir denge kurmalı?" sorusunu sormalıyız. Önemli olan, kişisel önceliklere göre bu iki dünya arasında bir denge kurabilme şartlarını zorlayarak en doğrusunu bulabilmek…
Belki de gelecekte şehirler, daha yeşil alanlara sahip, doğayla iç içe tasarlanmış yaşam alanlarına dönüşerek raf ömrünü yavaş yavaş yitirmeye başlayan beton duvarlar arasındaki hayatımıza yeni ve pragmatik çözümler sunacaktır. Teknolojik altyapı ve ulaşım imkanlarıyla da desteklenmesi gereken bu modeli yakın gelecekte rahatlıkla hayatımıza entegre edebileceğimize inanıyorum.
Etkin iş verimliliğinin her zaman fiziksel konfor alanları ile doğru orantılı olmadığını düşünen bir insan olarak durumdan vazife çıkarma zamanımız gelmiştir belki de…