Biliyorum karar açıklandığında, herkes kendi ekonomik perspektifinden tepkisini dillendirmeye çalışacak, piyasa günler öncesinden absorbe ettiği tepkinin sınırlarını zorlamaya başlayacaktır ama son noktada bu kararları alanların bir retoriği var!
Ne dendiğini hatırlarsınız: Faiz neden, enflasyon sonuç! O zaman düz bir mantık, faizin düşmesi ile enflasyonu indirmek mümkün olacaktır, noktasını betimliyor. Yani rasyonalite şu: Faizi, Merkez Bankası kararları ile tespit edilen enflasyonun altında belirle, dolayısı ile Türk Lirası'nın değerini düşür. Bu aksiyon, makro-iktisatta emeğin maliyetini azaltırken, düşük faizli kredilerle piyasanın para bolluğuna maruz bırakılması anlamına gelir. Daha çok ama ucuz üretim ile ülkenin malları dünya için tercih edilir hale gelir, çok ihracat ile ekonomi jargonunda rekabetçi büyüme denilen ve Çin örneği sürekli hatırlatılan bir kalkınma modeli yaratılır.
***
Tabi piyasadaki ucuz faizli krediler, fabrika yatırımları ile ve sudan ucuz işgücünün de desteği ile muazzam bir ihracat girdisi yaratacağından cari açık da yok olacaktır. Hele tüm dünyanın yaka silktiği küresel salgın da sona erip, önümüzdeki 2022 yazı muazzam bir turizm geliri ile kapandığında üstelik de kur krizi nedeni ile tüm ülke varlıkları ucuzlayıp, dünyanın fonları Türkiye’ye aktığında, bu kararların alındığında ortaya çıkan ekonomik kriz ve genel yoksulluk hali en geç ekim ayı gibi artık hissedilmemeye başlanacağından görece ortaya çıkan iyilik atmosferi,ülkenin seçime hazır olmasına yol açacaktır...
Bu görüş, bu yüzyılın başlarında yaşamış ünlü bir ekonomist Irving Fisher'ın geliştirdiği bir teoriye dayanıyor. 29 Nisan 1947’de ölen Fisher teorisinde, nominal faiz, reel faiz ve enflasyon beklentisini hesaba katan bir formüle dayanarak ortaya koyduğu denklemde, reel faiz oranı ile beklenen enflasyon oranı toplamının nominal faiz oranına eşit olacağını varsayıyor. Nitekim Cumhurbaşkanı'nın Ekonomi Politikalarından Sorumlu Başdanışmanı Cemil Ertem, yazdığı bir makalede, Fisher'ın geliştirdiği formül baz alındığında enflasyon ile faiz oranları arasında ters değil, doğru bir korelasyonun görüldüğünü belirterek günümüz iktisatçıları içinde "Neo-Fischercı" bir akımın doğduğundan dem vuruyor!
***
Şimdi senaryo bu: Ülkemizdeki faiz oranlarının seyri ve bunun enflasyon ile döviz kuru üzerindeki etkileri, uzun süredir kamuoyunun gündeminde. Artık herkes az buçuk bir ekonomist perspektifine sahip! Merkez Bankası Kavcıoğlu, Mart ayında göreve geldiğinde "Politika faizini güçlü dezenflasyonist etkiyi muhafaza edecek şekilde enflasyonun üzerinde bir düzeyde oluşturmaya devam edeceğiz" şeklindeki sözlerini hatırlarsınız. Zaman içinde ikna olduğu yukarıdaki retorik onu "çekirdek enflasyonu esas alacağız" açıklaması ile faiz indirim sürecine itmiş görünüyor.
Ekonomi biliminin faiz enstrümanına yönelik geleneksel teorisi, faizlerin yüksek tutulmasının enflasyonu aşağı çekeceği ve ülkenin para birimi üzerinde de güçlendirici bir etkisinin olacağı yönünde.
Her harukalde, faiz indirimi sonrası kredi faizlerinde düşüş, yatırımlarda yükseliş, üretim ve istihdamda artış insanın kulağına hoş gelen gelişmeler olurdu ama bu formülün enflasyon ve toplumda fakirleşmenin artışı gibi komplikasyonları var. Üstelik her şey katı ekonomik denklemlerle devam etmiyor. Ülkenin makroekonomik dengelerinin güçlü olmasının yanında sadece ekonomik etkileşim modeli değil, bunlara ek olarak siyasi istikrar gibi sosyolojik güven parametreleri ve genel risk algısı gibi beklenti projeksiyonları da büyük önem taşıyor. Düşük faizle amaçlanan yatırım için salt politika faizini düşürmek yeterli değildir. Unutulmamalıdır ki, kredi maliyetleri yatırım iklimini belirleyen etkenlerden sadece bir tanesidir, yanısıra politik ve finansiel istikrar ve güven, fiyat ve kur stabilizasyonu ve ara malı maliyetlerinin güncel değişkenliği de hesaba dahil edilir.
Sonuçta amaç büyüme de olsa bunu sadece para ve maliye politikaları ile kotarmak çok zor. Umarız 2008 krizinde FED Başkanı Ben Bernande’nin “eğer doğru ve zamanlı adımlar atılmazsa yarın sabah kalktığımızda kurtaracağımız bir ekonomi olmayabilir” şeklindeki bir beyanını kendi yetkililerimizden duymak zorunda kalmayız!