Sürer eker biçeriz güvenip ötesine

Milletin her kazancı milletin kesesine

Toplandık Baş Çiftçinin, Atatürk’ün sesine

Toprakla savaş için ziraat cephesine

Biz ulusal varlığın temeliyiz köküyüz

Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz

İnsanı insan eden, ilkin bu soy, bu toprak

En yeni aletlerle, en içten çalışarak

Türk için yine akın dünyaya örnek olmak

Kafa dinç, el nasırlı, gönül rahat, alın ak

(KAVUŞTAK)

Kuracağız öz yurtta dirliği, düzenliği

Yıkıyor engelleri ulus egemenliği

Görsün köylü bolluğu, rahatlığı, şenliği

Bizimdir o yenilmek bilmeyen Türk benliği

(KAVUŞTAK)

(Önce “ZİRAAT”, sonra “KÖY ENSTİTÜLERİ” marşı; söz Behçet Kemal Çağlar, Beste Ahmet Adnan Saygun)

Sayılar ve onları gösteren çizgili simge olan rakamlar, insan aklımda tam olarak mertebe belirtmez. Diyelim ki; Didyma’daki Apollon Tapınağı sütunlarının boyunun 24 m 75 cm olduğunu söylediğimde o yükseklik, aklınızda pek iyi canlanmaz. Buna karşılık, o sütunların her birinin 8 katlı apartman yüksekliğinde olduğunu söylesem, daha iyi anlaşılır. Bu girişi şundan yaptım:

“Yaşayan köy enstitülülerden” Mevlüt Kaplan’ın yayınlanmış 633 kitabı olduğunu yazsam, değerlendirme güçlüğü çekebilirsiniz. Einstein’ın söylediği gibi “Az mı? Neye göre?”, “Güzel mi, kime göre?” Bu yaklaşımla, Kaplan Hoca’nın kitap zenginliğini velüt (verimli) yazarla kıyaslayayım: Aziz Nesin’in 120 kadar yayınlanmış kitabı var. Düşünün Mevlüt Hoca’nın üretkenliğini...

Şimdilerde 90’lı yaşları sürmekte olan Kaplan, kitap üstüne kitap yayınlıyor. Bu arada, İzmir’deki hemen hiçbir sanat ve kültür etkinliğini kaçırmıyor. Kendisiyle son olarak, Konak Belediyesi ile Dil Derneği’nin bana ve Hidayet Sayın’a verdiği “Türkçe’ye Emek Verenler” ödül töreninde karşılaştık. Öğretmenim, kaş ile göz arasında posta bulunağımı (adresimi) istedi. İki gün sonra da kargo ile iki kitabı geldi ustanın: “Atatürk ve Çanakkale Zaferi” ile “Atatürk ve Kurtuluş Savaşçıları.”

Önce “İçindekiler”e göz atıp, sayfaları karıştırdım. İlk bakışta, Mevlüt Kaplan’ın bildik Atatürkçülüğünü sezmek güç olmadı. Kitaplar, Özgür Yayınları arasında çıkmıştı. “Söz Başı”nda kitabın yedi bölümden oluştuğu yazılıydı ama bonus olarak kitabın sekizinci bir bölümü daha vardı. Yine ilk göz gezdirişte Kaplan’ın -alışkanlığı üzere- kitabı ders anlatır gibi yazdığı anlaşılıyordu. Kitabın bölümleri: Topraklarımızın Paylaşılması, Anadolu’nun Tedirginliği, Başkaldırı Olayları, Büyük Saldırı (Taarruz), Kurtuluş Savaşı Kadın Kahramanları, Erkek Kahramanları, Kurtuluş Savaşı Komutanlarımız, Kurtuluş Savaşı Anıları ile Cumhuriyet ve Devrim Hareketleri, elbette sonda Kaynakça.

Çoğu okur, bilgi tazeleyecek olsa da, birçok okurun yeni şeyler öğreneceğine kuşku yok. Ben özellikle kadın ve erkek kahramanlarımız ile komutanlarımız bölümlerinin özel dikkatle okunması gerektiği görüşündeyim. Hele Kara Fatma, Hasan Tahsin, Şerife Bacı, İbrahim Ethem (Akıncı), Şahin Bey, İsmet İnönü, Fahrettin Altay, Yörük Ali, Salih Bozok ve diğer yurtseverlere neler borçlu olduğumuzu unutmamalıyız. Bu arada, bir takım değer bilmezlerin eleştirmeye doyamadığı Lozan Anlaşmasının hangi güçlüklerle sağlanabildiği akıldan çıkarılmalıdır. Dünya tarihinde Atatürk kadar hakkında çok kitap yazılmış kişi fazla değildir diyebiliriz. Onun için yazılan binlerce eser arasında, ona kara çalmaya yeltenenler yok değildir ama, tüm dünyanın takdir ettiği gibi, “Güneş balçıkla sıvanmaz.” Yabancılar, hatta düşmanlarımız arasında onu Nobel Barış Armağanı’na aday gösterecek derecede önem ve değer verenler olduğunu biliyoruz. Mevlüt Kaplan’ın son iki eseri, Atatürk’e nesnel bakış açısıyla yaklaşıyor; ortaya koyduğu görüşleri, güvenilir kaynaklarla destekliyor. Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmen, Muğlalı Bahattin Uyar, “Yitik Harmandan Son Taneler” adlı değerli bir kitap bırakmış, çok geçmeden de sonsuzluğa göçmüştü. Bu kuşaktan hayatta kalan son değerlerimizden biri Mevlüt Kaplan. Uzun yıllar Türk eğitim ordusuna öğretmen olarak emek vermiş plan Mevlüt Kaplan, bölüm aralarına, konuyu uygun şiirler eklemeyi ihmal etmemiş. Ben de bu yazıyı, kendisi gibi Köy Enstitüsü çıkışlı öğretmen olan Ali Yüce’nin anıtsal bir şiiriyle bitireyim!

Anıt

Biz ilkokulda okurken

Zil çalınca mısır gibi patlardık

Niçin patlardık bilmem

Niçin sığmazdık koridora

Öğretmenim

Biz ilkokulda okurken

Ayaklarımız yiterdi oyunda

Burnumuz kulağımıza yiterdi

Nasıl da bulup verirdin

Öğretmenim

Sen bize güldüğün zaman

Nerden gelirdi gözlerin

Sen bize küstüğün zaman

Gözün nereye giderdi

Öğretmenim

Sen bize görme öğretirken

Kediler niçin ışığı tırmalardı

Niçin havlardı karanlık

Öğretmenim

Ben I/B’den 272 Ali

(Ben VI/A’dan 114 Şadan)

Ne zaman seni ansam

Mavi bir gül olur gökyüzü

Ak bir anıt yükselir içimden

Niçin yükselir

Öğretmenim