Uzun zamandır unuttuğum çok hoş bir şarkıyı tekrar dinledim hafta başında. Emre Aydın’ın Grup Model eşliğinde seslendirdiği bir şarkı. Adı “Bir Pazar kahvaltısı’’. Bittikçe tekrar tekrar dinliyorum. Bestesi, yani melodik altyapısı çok güzel ama güftesi, yani sözleri bambaşka. İnsanın içini acıtıyor, alıp bir başka dünyalara götürüyor. Yazımın başlığı da bu şarkıdan alındı.
Uyurken izliyorum en sevdiğim halini, saçların dağınık, yüzünde yastık izi
Bir Pazar kahvaltısı gibi
-Küçük oyunlarının, büyük savaşlarının,
Arasında olduğu kadar bir aşktı bizimkisi
Bir Pazar gecesi uykusu gibi
-Ne yaparsam olmuyor olmuyor, eskisi gibi
Güldürmüyor ağlatmıyor kimse senin gibi
***
Sevdiğine hasret çeken, arkasından başka hiçkimseyle mutlu olamayan bir erkeğin, giden sevgili arkasından ağıdıdır bu şarkı. Kadınlarımızın hunharca katledildiği şu günlerde bu şarkıyı dinliyorum ve düşünüyorum. Böylesine seven, unutamayan ve sevdiğinin arkasından böylesi bir şiir yazabilen bir erkek, sevdiği kadına eziyet edebilir mi? Bırakın eziyeti, sevdiğini öldürebilir mi? Böyle bir hasret yumağı içinde sevdiğine acı vermek bir yana, kendi acısını kendi içinde yaşayıp kelimelere döken bir erkek sevdiğine kıyabilir mi diye düşünüyorum. Cevabım her seferinde imkansız, yapamaz oluyor.
Peki bu cinayetler, bu şiddet, bu vahşet niye? Nereden kaynaklanıyor onca kadının canına mal olan bu hayvanca psikoloji. Ve her seferinde gelip gelip HOŞGÖRÜSÜZLÜK sokağının sonunda SEVGİSİZLİK EVİ’nin kapısında parçalanıyor düşüncelerim.
***
Büyük ölçüde, ekonomik sıkıntı, artık gidecek başka bir yol, yürünecek başka bir hedef olmadığına dair ümit yoksunluğundan kaynaklanan bu hoşgörüsüzlük ve sevgisizlik, şiddeti tetikleyen temel unsurları oluşturuyor gibi geliyor bana.
Bir toplumda hoşgörü ve sevgi hükümranlığını yitirir ve yerini kavga, hoşgörüsüzlük ve anlayışsızlık psikolojisine bırakırsa, her şey bu yeni temel üzerine inşa edilmeye başlanır. Anlayışı değil kavgayı, sevgiyi değil düşmanlığı, toplanmayı değil ayrışmayı esas kabul eden bu yeni psikoloji, sağlıksız bir varoluş, sağlıksız bir yaşam biçiminin başlangıç noktasıdır.
Sevgi birliktelik, sevgi paylaşılan değerler, sevgi amaç ve araç birliğidir. Sevgi neşeyi, güzellikleri olduğu kadar sıkıntı ve zorlukları da birlikte göğüsleyebilme becerisidir. Kadını toplumdan soyutlayan bir anlayış içerisinde birlikteliğin oluşması, çocuklarını sayarken kız çocuklarını bunun içine katmayan, kızlarını mal gibi alıp satmakta hiçbir yanlışlık görmeyen bir feodal yapının, bütün bu saydıklarımızı sağlıklı değerlendirmesi de mümkün değildir.
Ağladığını belli etmemesi öğretilen bir erkek çocuğunun, sıkıntısını sevdiğiyle paylaşması, zorluklara birlikte göğüs germesi mümkün olmadığı gibi, karısını bir mal gibi para vererek satın alan bir zihniyetin sevinç ve neşeyi de birlikte yaşayamayacağı, kadına bir mal gibi davranacağı da açıktır.
***
Demek ki, önce sevgiyi, hoşgörüyü, karşılıklı anlayışı inşa etmemiz gerek, Sonra kadını mal gibi alıp satan zihniyeti yok edeceğiz. Bilahare kadın erkek birarada yaşamanın güzelliğini keşfedeceğiz, Kızlarımızı okutacağız, doktor, mühendis, hemşire, öğretmen yapacağız.
Sonra biz erkekler, kızdığımız zaman şiddete başvurmayı değil, ağlayarak deşarj olmayı keşfedeceğiz. Ne zaman sevdiklerimizin arkasından tabancaya, bıçağa sarılmak yerine elimize kağıt kalem alıp “Ne yaparsam olmuyor olmuyor, eskisi gibi, Güldürmüyor ağlatmıyor kimse senin gibi” diye duygularımızı yazabilirsek işte o zaman şiddet sona erecek.