Korkunç ve utanç verici, kötülüğün gemi azıyı aldığı, tüm insani ve toplumsal değerlerin topyekûn iflas ettiğini, en iğrenç hallerde yaşadığımız olaylar ile failleri ve kurbanları da göstermiyor ve kanıtlamıyorsa…

Buraya kadar yazdıklarımı, duygusal, abartılı, önyargılı ve yalan olduğuna inanan varsa... Okumayı burada kesmesini ve bizi bizle baş başa bırakmasını istiyorum. Sorumsuzluklarını, ciddiyetsizliklerini, gevşekliklerini, çapsızlıklarını, her gün biraz daha artan kederimize, kaygımıza, geleceğe karşı sorumluluğumuza, vicdanlı ve duyarlı yurttaş olma çabamıza tebelleş etmelerine izin veremeyiz. Böyle yaparak, aslında kahredici bir işbirliği içinde olduklarını anlatmakla, zaman ve harf tüketemeyiz. Bizden onlara izin, hayattan ve gerçeklikten kopmuş, ele ele diz dize saçma sapan şiirlerle şarkılarla, sanatı, söylemi, duruşu asude bahçelerde menopoz ve andropoz gevşetme kürüne dönüştürmelerle, hem nalına hem mıhına savrulmaları toplumsal mücadele sanmakla ve aksırıp tıksırıncaya kadar nemalandıkları alanlarda eşelenmeyi sürdürebilirler. Ben sanat cenahına dair tümce kurdum, hayatın öteki alanlarına dair tümceleri de, o alanlardaki duyarlı insanlar kursun. Çünkü olanlardan devlet, halk, parti, örgüt, kurum, birey, kadın erkek, kentli köylü olarak hepimiz sorumlu, hepimiz suçluyuz!

Artık bu işin kıvırması, belagat makyajlarıyla efelenmesi, bana dokunmayan yılan bin yaşasın ikiyüzlülüğüyle geçiştirilmesi kalmamıştır. Önümüze gencecik kızların kesik kafaları atılırken, minicik çocukların cesetleri dere kenarlarında bulunurken, iki yaşındaki bebeklerimiz… Hayır, bu tümceyi bitiremeyeceğim. Kalbim, ruhum, ülkeye ve insana dair umudum ve beklentim geri dönülemez biçimde örselenmişken, çağrımdır: ben nasıl ki sanatın konforlu bahçesinde, sanki bu ülkede yaşamıyormuş gibi dolaşanlara, gazetecilik dendiğinde gerçekten ne anladıklarını merak ettiğim tiplere dair hesap soruyorsam; bu tavır hayatın her alanındaki herkes için de geçerli olmalıdır. Bu işin, izlemekle yetinip, iki sızlanıp sonra vur patlasın çal oynasın hayatlarına dönenlere ait kısmına dair fotoğrafıdır. Ya öteki kısmı?
 
***
Suçlu, elbette ve öncelikle sistem ve yürütücüleridir. Devleti duyarsız, tepkisiz, sorumsuz, reflekssiz, eğitimden hukuka, ekonomiden insan haklarına, çocuklardan kadınlara istikrarsız ve güvensiz hale getirenlerdir. Ulusal ve uluslararası bireysel gelişmişlik-toplumsal duyarlık-geleceğe güven endekslerini biz yazmıyoruz. İşte oralardaki hal-i pür mealimizdir, yaşananların nedenleri ve sonuçları. Ambalajı kutsallaştırılmış, törenselliklerle ve hamasi belagatle süslenmiş ama içi her gün biraz daha kof ve güvenilmez hale gelen bu süreci yaratanlar, sistemi taammüden istikrarsızlaştırıp, kendi ideolojilerini ve sistemlerini tek çıkar yol olarak göstermenin ve dayatmanın peşine düşmüşlerdir. Hesap sormayı günaha, demokratik itirazları suça, akıl bilim ve liyakat çağrılarını hainliğe indirgemekten çekinmeyen bu zihniyet, her türlü kepazeliği ve vahşeti, amaçları doğrultusunda fırsata çevirmek için akıl almaz çaba göstermektedir. Koskoca makam sahiplerinin, üniversitelere kadar sızmış akademik unvanlı zır cahillerin, her gece kanal kanal dolaşan çene suyuna çorba zerzevatın, daha vahimi sokakta çağdaş-demokratik-laik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlık kimliğiyle dolaştığından habersiz ruhsuz, kişiliksizlere bakın. Bu yapı ve yaklaşımdan sağlıklı bir sonuç çıkması beklenebilir mi? İşlerini liyakatle, birikim ve deneyimle, kamusal sorumluluk ve yurtseverlikle yapmaya çalışan ve hala onlar sayesinde nefes alabildiğimiz kamu görevlilerine, gerçeği cesurca dillendirip yazan ve söyleyen tüm emekçilere gerçekten minnet borçluyuz.

“Bu sistem tepeden tırnağa temize çekilmeden, bu ülke fabrika ayarlarına dönmeden, bu rezillik ve utançlar bitmez” demek doğru ama eksiktir. Dahası bu kadarıyla yetinmek, sorumluluklarımızı halı altına süpürmenin bir başka ucuz yoludur. Peki, ne yapmalı? Köşe bitti, kaynaklardan, deneyimlerimizden, dünya görüşümüzden ve bu ülkenin geleceğine dair sorumluluklarımızdan damıttığımız yanıtlarımızı ve önerilerimizi önümüzdeki yazıyla birlikte sunmaya çalışacağız. Şimdilik giriş tümcesi olarak kabul ediniz: bu belaları def etmenin ilk yolu, bilinçaltımızdaki belalardan kurtulup, 100 küsur yıl önce bu ülkeyi var eden halk olma bilincini anımsamak ve itiraz hakkını cesaretle kullanmaktadır. Çünkü yıkılması gereken ilk bariyer, korkudur, yılgınlıktır, teslimiyettir.