İstanbul Atatürk Havalimanı'nda düzenlenen terör saldırısını pek çok kanal canlı yayın yaparak aktarırken, reyting sonuçlarına göre, en çok izlenen iki program Survivor ve Hayat Şarkısı isimli dizi oldu. Olayın haberinin verildiği saatlerde 100 kişiden 23'ü Survivor, 12'si Hayat Şarkısı izledi. Bu bilgiyi de eklediğimizde savaş halindeki bir toplumun tüm özelliklerini gösterdiğimizi görüyoruz.
1- Olayı görmezden gelme yani kaçma (Survivor izlemek gibi)
2- Artan cinsel sapkınlıklar
3- Aşırı bireysellik ve bencillik
4- Değer erozyonu
5- Düşmandan çok kendi içinde birbirini yeme
6- Boşvermişlik
***
Yavaş yavaş elimizden alıyorlar insani yanlarımızı. Masumları öldürerek cihad yaptığını sanan, ideolojisini empoze ettiğini düşünen, kendileri gibi düşünmek zorunda olduğumuzu sanan kitleler yarattılar. İktidarların çıkarları doğrultusunda kendi yaşamlarından vazgeçen, sevgi nedir bilmeden hayatlarını sürdürmüş zavallıları yetiştirdiler. Yer hizmetlerinde çalışan Yusuf Haznedaroğlu, ekmek parasını kazanmak için gittiği havalimanından mesai bitiminde evine gitmek için çıkarken öldürüldü. Suçu neydi? Göksel Kurnaz, yurt dışından dönen patronunu almak üzere havalimanına gittiği sırada terörün kurbanı oldu. Suçu neydi? Eşi 6 aylık hamile olan ve bir çocuk babası tercüman Ertan An, gezdirdiği turistleri limana getirdiğinde patlamada can verdi. Suçu neydi? Ölen onlarca insanın, yaralanan yüzlerce kişinin suçu neydi? Cennete gitmek isteyenlerin cehenneme çevirdiği bir dünyada tesadüfen yaşıyoruz. Bugün nefes alıyoruz ama bizler de orada olabilirdik.
***
Orta Doğu bir bataklık ve biz oraya bulaştıkça, yanlış politikalar izledikçe bizi içine çekiyor. Bölge tarihine baktığımız zaman, kan ve gözyaşından başka bir şey olmadığını görüyoruz. Biz de giderek onlarla aynı kaderi paylaşmaya başladık. Oysa "Yurtta sulh, cihanda sulh" diyen bir liderin çocuklarıyız.
***
Bizim çocukluğumuzda en büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı. Cafelerde, alışveriş merkezlerinde buluşmazdık. Evde bilgisayar başında zaman geçirmezdik. O zaman bize çok gürültü yapıyoruz diye kızan mahalle sakinleri, şimdilerde sessizlikten ve neşeden yoksun kaldıklarından dem vuruyorlar. Servis olmadığından okula arkadaşlarımızla gider, birlikte dönerdik. Kağıttan, taştan top yapar onlarla oynarken ayakkabılarımızı eskitirdik. Arkadaşlarımızın annesi bizim de annemizdi; çünkü oynarken biraz acıksak her evden bize ekmek arasına konulmuş çeşitli yiyecekler, kurabiyeler gelirdi. Koştururken susar, şişelere doldurulmuş suları kana kana içerdik. Arkadaşlarımıza, mahallenin bakkalına, manavına her şeyimizi emanet edebilir, sokaklarda güvenle
dolaşabilirdik. Mahalle sakinleri kızardı bahçelerinden top oynamamızdan ama yere düşsek kaldırırlar, kavga etsek barıştırırlardı... Polisler gelmezdi kavgalarımıza. Çünkü silahlar, bıçaklar olmazdı elimizde. Severdik; ailemizi, arkadaşımızı, komşumuzu, bazen komşumuzun kızını ama nefret etmez, dinini, ırkını, nerden geldiğini merak etmezdik. Henüz ayrılmamış, ayrıştırılmamıştık.
***
Sanırım ben de birçok insan gibi çocukluğumu özledim. Sokaklarımız eski havasından yoksun şimdilerde. Kafalarını telefonlarından kaldırmayan, hızlı adımlara bürünmüş insanlar var çevremizde. Parklarımız var, içinde oynayan çocuk yok. Sürekli bir yapılaşma içindeyiz. Devamlı kazılıp yeniden asfaltlanan yollar, her yere yapılan binalar, gökdelenler, parıldayan vitrinler ve tüm bunlara hayranlıkla bakan insanlar. Sevmenin ne olduğunu, farkında olarak hayatını devam ettirmenin ne olduğunu tam olarak bilmeden yaşadıkları yüzlerinden okunun insanlar... Eksik duygularla, hissetmeden, tatmamdan hayatlarını sürdüren, rakamlara endekslenmiş, reklamlarla zihinleri doldurulmuş, tüketme alışkanlığı bedenlerine zerk edilmiş, ruhu ele geçirilmiş, yalnızlıklarıyla baş başa kalmış insanlar... Hey sen! Her geçen gün giderek kötüleşen ve çirkinleşen dünyayı fark ettiysen kendinle başla değişmeye. Belki sen değişirsen tüm dünya değişir. Yoksa bu gidişat hiç iyi değil...