“Bizi çağıran türküler susmuştur
Ninniler susmuştur
Ağıtlar susmuştur
Diş gıcırtıları susmuştur
Bizi anlatan kitaplar yoktur
Bize gelen dönmüştür
Bizden giden ölmüştür
Başka yazı yazılmıştır sayfalarımıza.”


-Arif Karakoç-
(Çifteler Köy Enstitüsü)

* * *

Atatürk'e:

-Milletvekili aylıkları ne kadar olsun, diye sormuşlar;
-Öğretmen aylıklarını geçmesin, demiş Atatürk!
Zamanın yelkovanı o kadar gerisin geri çalıştı ki; gün geldi,
Atatürkiye'de, çocuklara:
-Hiçbir şey olamazsan, öğretmen ol bari, denilir oldu.
Ağzını açan:
-Kuran'ın ilk emri “Oku!”dur, der.
Şanı yüce Kitabımızı açıp okumak pek mi zor?
İşte, 96. “ALAK” Suresi, 1. ve 2. ayetler: “Ey Muhammed! Yaratan, insanı pıhtılaşmış kandan yaratan Rabbin adıyla oku!”
Ben dikkat ettim; başarılı olmuş birçok kişinin geçmişinde, başarılı olduğu dalın öğretmenine aşık olduğunu gördüm.
Hepimiz biliriz; bir de, adı “Sıfırcı”ya çıkmış, olmaz olası öğretmenler vardır. Bir insan “sıfırcı” olmakla nasıl övünebilir?
İddia ediyorum: Onların sıfırcılığı, kendi başarısızlıklarını kanıtlar. (Benim böyle bir matematik öğretmenim vardı; onun okulundan kaçıp, başka lisede sınav vererek, öğrenimimi yarıda kesmekten son dakika golüyle kurtuldum! Yıllar sonra o zat, “senin başarılı olmanda benim payım var” demesin mi?)
Artık eylemli öğretim üyeliğim geride kaldı ya; size bir meslek sırrı vereyim:
Bazı sınıflara ilk derslerimden birinde, şöyle bir söylenti atardım ortaya:
-Bu -diyelim 60 kişilik- sınıfta dört “Harika Çocuk” varmış. Kim olduklarını çok merak ediyorum...
İnanır mısınız; kız erkek, birçok öğrenci, o “harika çocuk”un kendisi olduğunu göstermek için, dört elle çalışmaya sarılırdı...
Cervantes, “İnsan eğitimle doğmaz ama, eğitimle yaşar” diyor. Öyledir: Eğitim, yaşam boyu devam eden bir süreçtir.
Sıradan bir üniversite mezunu, Cahit Sıtkı'nın “Yolun yarısı eder” dediği sürenin yarısı kadarını okullarda dirsek çürüterek geçirir. Söz konusu 15 yıl içinde onlarca öğretmeni olmuştur. Öğretmen nasıl, 40 kişilik sınıftan dört-beşini hiç unutamazsa; her öğrencinin de, öğreniminin her aşamasında kendisine silinmez izler bırakmış birkaç öğretmeni olmuştur.
Hiç mütevazı görünmeye yeltenmeden açık edeyim:
Gazetede yazı, TRT'de program, 40 yıldır kitaplar yazıyorsam; TDK Dil Ödülü'nü kazandıysam; Lise Edebiyat öğretmenime, akademik aşamalar, turist rehberliği, İngilizce kitaplar yazma ve üniversitede İngilizce dersler verebildiysem, ortaokul ve lisedeki yabancı dil öğretmenime borçluyum.
Aydın Ticaret Lisesi 1. Sınıfta ilk İngilizce dersimizde öğretmenimiz Türkan Danışman, beni ilk sırada oturuyor görünce:
-Sen Muğla'dan öğrencim Şadan Gökovalı değil misin, diye sordu.
Ben “Evet” deyince, sınıfa dönüp, dedi ki:
“Devlet okullarında yabancı dil öğrenilmez diyenler, Şadan'ı görsün! Şadan ortaokuldayken İngilizceyi hayli öğrenmişti.”
Hep düşündüm; ortaokul karnelerime baktım; İngilizceden aldığım notlar 8, 9, 10 gibiydi. Ama öğretmenimin bu sözü beni yüreklendirdi ve onu haksız çıkarmamak istercesine cesaret ve yükümlülük getirdi.
Martialis der ya; “öyle ustalıkla becerdi ki hasta görünmeyi / sonunda gerçekten hasta oldu Caelius...” Ben de; göründüğüm gibi başarılı oldum. Öyle ki; -her nasıl olduysa- Okulda, para (iki ders başına 50 kr) karşılığı İngilizce dersler verdim; aylık ücretle evine derse gittiğim öğrencilerim oldu. O sıralarda tattım, öğreterek öğrenmenin, öğrenirken yaşamı kazanmanın mutluluğunu...
Sevgiye dayanan Türkçe bilgimin kökenine gelince:
Aydın Ticaret Lisesi'nde öğrenciyken yazgı, bana Suzan Sunguroğlu adlı bir Türkçe meleği nasip etti. Aradan 60 yıl geçti; gözümde hala Türkiye gibi güzeldir. Hesapça, 90'larda dolaşıyor olmalı; varsın olsun, benim gözümde Suzan Öğretmen, yeni yeni 30'larını sürüyor.
Bir sihir vardı onda; bakışlarıyla beni hipnotize ederdi.
Düşünülsün bir kez; Gökova köylüğünden gelmiş bir Anadolu çocuğu. Konuşurken, ellerini nereye koyacağını bilemiyor, konuştuğu kişinin gözlerine bakamıyor.
İşte bu öğretmen, bu öğrenciyi bakışlarıyla yönlendiriyor. Derste işlenecek şiirleri, metinleri ona okutuyor; okulda “IŞIK” adında bir duvar gazetesi çıkarma olanağı veriyor; zamanın Aydın gazetelerinde okul sayfaları düzenlemesine aracı oluyor. Nerede kompozisyon, münazara, şiir okuma yarışması varsa, tek seçici olarak Şadan'ı tek seçip, gönderiyor... Şimdilerde var mı bilmem; bizim zamanımızda çeşitli sanat ve kültür kolları vardı. Doğal olarak Aydın Ticaret Lisesi'nin de bir Edebiyat Kolu vardı. Hemen her hafta bir etkinliğimiz olurdu. 60 yıl öncesinden Aynur Azeri'nin, Eraydın Targutay'ın, Fabri Akalın'ın, Özer Kutluca'nın nice şiiri bu metinlerde ezberlediği dün gibi aklımda. Ders aralarında, lise bahçesinin Pınarbağı'na bakan kıyısında birbirimize sürekli şiirler okurduk.
Çok daha önemli şey: Öğretmen-öğrenci ilişkisinin mezuniyetle bitmediğini ben Suzan Hanımda gördüm. İşte bakın, şuraya yazıyorum: 60 (altmış) yıl sonra -Allah daha nice sağlıklı yıllar bağışlasın- sevgili öğretmenimle yazışıyor, telefonlaşıyoruz. Sanki o, eğitim meleği gibi izliyor beni.
Farkındayım, bu yazı aldı başını yürüdü. Eski bir terim vardır: “Siyak u sibak”, yani ön-son tutarlılığı. Yazıda bu gereklilik yoksa, bunu, her günü öğretmenler günü saymama bağlayın.
Bu vesileyle -beni, öğrenimi yarıda kesme aşamasına getiren- M. K. dahil, tüm öğretmenlerimi, tüm öğretmenleri saygıyla selamlama niyetine, Düziçi Köy Enstitüsü çıkışlı bir öğretmenin anıtsal şiirini sunuyorum:

ANIT

Biz ilkokulda okurken
Zil çalınca mısır gibi patlardık
Niçin patlardık bilmem
Niye sığmazdık koridora
Öğretmenim

Biz ilkokulda okurken
Ayaklarımız yiterdi oyunda
Burnumuz, kulağımız yiterdi
Nasıl da bulup verirdin
Öğretmenim

Mendilinle ağıt silerdin
Yüzlerimizden
Senin hiç mi acın yoktu
Öğretmenim

Sen bize güldüğün zaman
Nerden gelirdi gözlerin
Sen bize küstüğün zaman
Yüzün nere giderdi
Öğretmenim

Sen bize görme öğretirken
Kediler niçin ışığı tırmalardı
Niçin havlardı karanlık
Öğretmenim

Ben 1-B'den 272 Ali
Ne zaman seni ansam
Mavi bir gül olur gökyüzü
Ak bir anıt yükselir
Öğretmenim

Ali Yüce