Rafet Kemal Güçoğlu, Bornova Şehir Tiyatrosu'nun kurucusuydu, yazardı, yönetmendi, birçok insan yetiştirdi, aynı okuldan mezun olduk. Rafet, arkadaşımdı… Ahmet Tuncay Karaçorlu, Şehir Plancıları İzmir Şubesi’nin kurucularındandı. İzmir’in renklerinden, kokularından ve savunucularındandı, dünya görüşünün lafazanı değil militanıydı. “Tarihi Çevre Kooperatifçiliği” nedir mesela, işte böyle işlerin uzmanıydı. Kente, ülkeye, çevreye dair ne dert, bela, sorun varsa o oradaydı. Tuncay, arkadaşımdı… Aydoğan Yavaşlı, öğretmendi, yazardı. Sivas Madımak gazilerindendi. Bizden öncekiler arasında, ağabeylerden bir ağabeydi… Ercan Günaydın, güzeldi, iyiydi, muzipti, her daim gülümserdi. İzmir’in kent kültürüne yayıncılığıyla, örgütçülüğüyle, kitapçılığıyla, rengini silinemez biçimde düşürdü. Onun sayesinde on binlerce çocuk kitaplarla, yazı emekçileriyle tanıştı, okuma alışkanlığı kazandı. Normal bir ülkede ve kentte, her yıl “Kültüre ve Eğitime Katkı Ödülü” ile onurlandırılırdı. Ercan, 40 yıllık arkadaşım, yayıncım, sırdaşım, yoldaşımdı…
***
Daha nicesini sayabilirim. Mesela Ahmet Uğurlu ki; bir mucize oyuncuydu. Ne çok isterdim, yazdığım bir şeyi izleyici ile buluşturmasını, olmadı. Geçenlerde bizim DEM buluşmalarında, hepsini tek tek andık. Sonra… 3 Haziran’da Nazım Hikmet ustayı selamlarken, 2 Haziran’da yitirdiğimiz Orhan Kemal’i ve Ahmed Arif’i elbette unutmadık. Yeryüzünün her yerinden ustalar, yoldaşlar, bizi biz eyleyen insanlar da onlara eklendi. Gezi Çocukları'ndan Cumartesi Anneleri'nin çığlıklarına, liste uzadıkça uzadı.
***
Şimdi, hele geceleri telefon her çaldığında yüreğim sıkışıyor, mırıldanıyorum: “Ölüm yine yöremizde mi dolaşıyor?”
Kuşkusuz yaşamın en net ve tartışılmaz gerçeğidir. Ama biz, o ne zaman kapımızı çalsa Nazım Hikmet Usta’nın dizeleriyle karşılarız: “Ölümün adil olması için, hayatın adil olması lazım!”
İşte olay asıl burada alevlenmektedir; “hayatın adil olması”… Ömürleriyle, işleriyle, ürünleriyle ve duruşlarıyla, bu aleve odun taşımayı seve seve kabul edenler ve gereğini ömür süreleriyle yapanlar, gözlerimize bakmaktadır: “Sıra sende ve sen ne yapıyorsun?”
Anmaları sıradanlıktan kurtaracak olan işte budur. Yoksa nostalji romantizmi yaşamak ya da en fecisi sosyal medyada, platformda kendini göstermek falan değil. Ölüm çevremizde dolaşırken ve yalnızlıktan kimsesizliğe bir dolu hüzün yaşatırken, biz yalnızca kederlenmek, yapıtlarını seslendirmek ya da slogan patlatmakla yetinemeyiz. Unutmayacağız, elbette. Unutturmayacağız, amenna. Yolları yolumuz, mücadeleleri ışığımızdır, kuşkusuz.
Ölüm bize bunları söyletirken, yaşam gözlerimize bakıyor. Sorusuna yanıt bekliyor: “Biz ne yapıyoruz?”
Çünkü hepimiz, her şeyden sorumluyuz.