“Neo Ortaçağ” patronları ve tedarikçileri, kaçınılmaz sona doğru gidildiğini, son Avrupa Birliği-Avrupa Parlamentosu seçimlerinde bir kez daha gördü.

Aşırı sağ partilerin akıl almaz oy alması, dünyanın akıl-fikir merkezi sayılan Avrupa’yı, pek övünüp böbürlendiği demokrasi şampiyonluğunu paniğe sürükledi. Liboş tayfası, “tarihin sonu geldi” kalemşorları, kıytırık gelecek vizyonerleri ne der bilinmez. Ama hayatı ve yeryüzünü doğru okuyanlar, her zamanki gibi haklı çıktı. Özeti, emperyalizmin dünyayı bir kere daha korkunç bir kaosun içine atmasıdır.
Acımasız kaynak arayışı ve giderek azan bölüşme vahşiliği, evrensel barışın ve insan haklarının dinamitlenmesini hızlandırdı, bir eşkıyalık iklimi yarattı. Kendi varlığını, sınırlarını, varsıllığını ve “değerlerini” titizlikle koruyan emperyalist ülkeler, bu uğurda dünyanın geri kalan kısmını ateşe atmaktan kaçınmadı. Kendi dillerini, dinlerini, kültürlerini, yaşama biçimlerini ayakta tutmak için, dünyanın geri kalan kısmını dil, din, köken, kültür savaşlarına ve kıyımlarına sürükledi. Yarattıkları katil çetelerinin işi bitenlerini düşmanlaştırırken, onları yok etmek için yeni çeteler peydahlamaktan geri durmadı. Şu anda ölüm makinesi gibi çalışan bu çetelerin listesini çıkarmaya, emperyalizmin bile gücü yetmemektedir. Artık biliniyor ki bu yangın, dünyayı elde tutmaya yarayan “kısık ateş” durumundan çıkmıştır.
Geldiği son nokta, bir insanlık dramından ve tragedyasından başka bir şey olmayan büyük nüfus hareketleridir. Emperyalizm, tedarikçilerine ihale ettiği bu hazin göç dalgasının artık başına “bela” olduğunu biliyor, görüyor. Batırılan ve içindekileri ölüme terk edilen her bot, emperyalist uygarlığın atmosferini nefes alınamaz hale getiriyor. Aşırı sağın yükselişinin en büyük nedeni, işte bu gerçekliktir. Küresel emperyalizm, sömürdüğü dünyaya dayattığı ve beslediği radikal sağ düşünceden medet umarken, kendini böylesi bir dünyadan korumak isteyen müreffeh ülkelerinin yeniden faşizme yöneldiğini görüyor. Yarattıkları canavar, panik atak krizleri yaşatmaktadır.
Kuşkusuz “Arkaik Ortaçağ” ile “Neo Ortaçağ”ın ortak noktası, birincisinin başına geldiği gibi, ikincisinin de çöpe atılması olacaktır. İşte bu noktada düşüncenin, bilimin ve sanatın, görevini yeniden anımsaması ve anımsatması kaçınılmazdır. İlk işi de, emperyalizmin belirlediği koşulları reddetmek ve sağ, sığ ve sıradan zincirlerden kurtulmak olacaktır. Binlerce yıldır başardıkları sayesinde, biz hala dünyadan ve insanlıktan umudumuzu kesmiyoruz. 
Örneğimiz çağdaş, demokratik, laik temeller üstünde, antiemperyalist duruş ve cesaretle kurulan ülkemizdir. Panik atağın aparatı olmamak, önce kendimizi anımsamaktan geçiyor.